ArticlePDF Available

Hegel'in Zeitgeist'ı ve Otoriter Popülist Siyasal Söylem: Trump Üzerine Bir Okuma (Hegel’s Zeitgeist and Authoritarian Populist Political Discourse: A Reading on Trump)

Authors:

Abstract

Özet: Günümüzde dönemin egemen ruhu popülizme, Hegel’in kurduğu tin-tarih ilişkisinde ve diyalektik sistemindeki bütünsellik düşüncesiyle birlikte bakıldığında, her yerde yansımaları izlenebilmektedir. Belli bir dönemin hakim dünya görüşü, bireyi, toplumu, devleti de şekillendirmekte ve kendini her birinde yansıtmaktadır. Bu kapsamda dünyada yükselen otoriterleşme ve siyasal popülizm ilişkisinin, Hegel’in tarihsel tin anlayışı üzerinden ve zeitgeist kavramıyla birlikte ele alınması bu çalışmanın konusunu oluşturmaktadır. Bununla birlikte günümüz gelişmelerini daha anlaşılır kılabilecek bir örnek olarak, Amerika Birleşik Devletleri’nin 45. Başkanı olan Donald J. Trump, Hegelyan felsefe ve yükselen otoriter popülizm içinde tanımlanmış olan eşitsiz dengenin taşıyıcısı bir lider olarak değerlendirilmektedir. Bağlı olarak, Donald J. Trump örneği üzerinden bir okuma, Hegelyan felsefe ve dönemin ruhu ile ilişkilendirilerek yapılmaya çalışılmaktadır. Çalışma, ortaya konmuş olan bilgi ve bulguların Hegel, zeitgeist, popülizm, otoriter popülizm, siyasal söylem ve Trump bağlantısı içinde değerlendirildiği sonuç bölümüyle sona ermektedir. Ayrıca günümüzün egemen ruhu popülizmin beraberinde gelen toplumsal konulara yönelik yapılan değerlendirmelerin de diyalektik sistemin toplumsal bütünlüğü içerisinde düşünülebileceğine dair sonuçlar ortaya konulmaktadır. Abstract: Today, when viewing the populism, as a dominant spirit of time, together with the spirit-history relation established by Hegel and the thought of holism in the dialectical system, the reflections of populism can be seen everywhere. The prevailing worldview of a certain period shapes the individual, the society, the state and reflects itself in every of them. In this context, the relationship between authoritarianism and political populism’s rising in the world, together with Hegel's understanding of historical spirit and the concept of zeitgeist, constitutes the subject of this study. At the same time, for to make today’s developments more understandable, Donald J. Trump, the 45th President of the United States, is commentated as a carrier leader of unequal equilibrium defined in Hegelian philosophy and rising authoritarian populism. Depending on this, a reading is attempted through the Donald J. Trump example, with the link of Hegelian philosophy and the spirit of the period. The study concludes with the conclusion part on the commenting of the presented informations and results with the linkage of Hegel, zeitgeist, populism, authoritarian populism, political discourse and Trump. Also presented the rusults of the assessments on the social issues that come with today’s dominant spirit of time populism can be considered within the dialectical system’s social integrity.
Ekonomi, Politika & Finans Araştırmaları Dergisi, 2017, 2(1): 67-82.
Journal of Research in Economics, Politics & Finance, 2017, 2(1): 67-82.
67
HEGEL’İN ZEITGEIST’I VE OTORİTER POPÜLİST SİYASAL
SÖYLEM: TRUMP ÜZERİNE BİR OKUMA
Hegel’s Zeitgeist and Authoritarian Populist Political Discourse:
A Reading on Trump
Tülin BOZOĞLU
1
Anahtar Kelimeler:
Hegel, Zeitgeist,
Popülizm,
Otoriter Popülizm,
Trump
Jel Kodları:
F50, F59, N42
Özet
Günümüzde dönemin egemen ruhu popülizme, Hegel’in kurduğu tin-tarih
ilişkisinde ve diyalektik sistemindeki bütünsellik düşüncesiyle birlikte
bakıldığında, her yerde yansımaları izlenebilmektedir. Belli bir dönemin
hakim dünya görüşü, bireyi, toplumu, devleti de şekillendirmekte ve
kendini her birinde yansıtmaktadır. Bu kapsamda dünyada yükselen
otoriterleşme ve siyasal popülizm ilişkisinin, Hegel’in tarihsel tin anlayışı
üzerinden ve zeitgeist kavramıyla birlikte ele alınması bu çalışmanın
konusunu oluşturmaktadır. Bununla birlikte günümüz gelişmelerini daha
anlaşılır kılabilecek bir örnek olarak, Amerika Birleşik Devletleri’nin 45.
Başkanı olan Donald J. Trump, Hegelyan felsefe ve yükselen otoriter
popülizm içinde tanımlanmış olan eşitsiz dengenin taşıyıcısı bir lider
olarak değerlendirilmektedir. Bağlı olarak, Donald J. Trump örneği
üzerinden bir okuma, Hegelyan felsefe ve dönemin ruhu ile
ilişkilendirilerek yapılmaya çalışılmaktadır. Çalışma, ortaya konmuş olan
bilgi ve bulguların Hegel, zeitgeist, popülizm, otoriter popülizm, siyasal
söylem ve Trump bağlantısı içinde değerlendirildiği sonuç bölümüyle sona
ermektedir. Ayrıca günümüzün egemen ruhu popülizmin beraberinde gelen
toplumsal konulara yönelik yapılan değerlendirmelerin de diyalektik
sistemin toplumsal bütünlüğü içerisinde düşünülebileceğine dair sonuçlar
ortaya konulmaktadır.
Key Words:
Hegel, Zeitgeist,
Populism,
Authoritarian Populism,
Trump
Jel Classifications:
F50, F59, N42
Abstract
Today, when viewing the populism, as a dominant spirit of time, together
with the spirit-history relation established by Hegel and the thought of
holism in the dialectical system, the reflections of populism can be seen
everywhere. The prevailing worldview of a certain period shapes the
individual, the society, the state and reflects itself in every of them. In this
context, the relationship between authoritarianism and political populism’s
rising in the world, together with Hegel's understanding of historical spirit
and the concept of zeitgeist, constitutes the subject of this study. At the
same time, for to make today’s developments more understandable, Donald
J. Trump, the 45th President of the United States, is commentated as a
carrier leader of unequal equilibrium defined in Hegelian philosophy and
rising authoritarian populism. Depending on this, a reading is attempted
through the Donald J. Trump example, with the link of Hegelian
philosophy and the spirit of the period. The study concludes with the
conclusion part on the commenting of the presented informations and
results with the linkage of Hegel, zeitgeist, populism, authoritarian
populism, political discourse and Trump. Also presented the rusults of the
assessments on the social issues that come with today’s dominant spirit of
time populism can be considered within the dialectical system’s social
integrity.
1
Doktora Öğrencisi, Mersin Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi
Anabilim Dalı. e-mail: tulinbozoglu@gmail.com
T. Bozoğlu, “Hegel’in Zeitgeist’i ve Otoriter Popülist Siyasal Söylem: Trump Üzerine Bir Okuma”
68
“Asla tamamen terk etmeyen, geri gelen bir hayalet her zaman kol geziyor:
Popülizm hayaleti”
2
1. Giriş
Dünyada yükselen otoriterleşme ve siyasal popülizm ilişkisinin, Hegel’in tarihsel tin
anlayışı üzerinden ve zeitgeist kavramıyla birlikte ele alınma bu çalışmanın konusunu
oluşturmaktadır. Bu kapsamda, Hegel’in ‘zeitgeist’ (zamanın ruhu/dönemin ruhu) kavramının
anlaşılabilmesi için öncelikle Hegel’in yönteminden kısaca bahsedilmekte ve Hegel’de tarih
felsefesi ve tarihsel tin üzerinde durulmaktadır. Devamında popülizm, otoriter popülizm ve
zeitgeist bağlantısı ortaya konmaya çalışılmaktadır. Bunun için de popülizm ve otoriter
popülizmin, siyasal ve tarihsel bağlamda kendini nasıl göstermiş olduğundan bahsedilmekte ve
kavramsal tanımlamalarına ve yansımalarına değinilmektedir. Son bölümde ise günümüzde
Vladimir Putin, Theresa May üzerinden de dışa vurulan otoriteryan popülizm olarak da
adlandırılabilen yapıya dair, Donald J. Trump örneği üzerinden bir okuma, Hegelyan felsefe ve
dönemin ruhu ile ilişkilendirilerek yapılmaya çalışılmaktadır. Bu bağlamda yaşanan popülist
dalganın benzerinin daha önce de yaşanıp yaşanmadığı üzerinden tarihe bakılmakta, devamında
Amerika’da günümüzdeki bu popülist dalganın ortaya çıkışı ve destek buluşundaki tarihsel
sosyo-ekonomik arka plan incelenmektedir. Trump’ın adaylığı sırasındaki ve Başkan olarak
seçildikten sonraki politik söylemleri ile icraatları üzerinde de durularak, Trump’ın
popülizminin genel özellikleri irdelenmeye çalışılmaktadır. Çalışma, ortaya konmuş olan bilgi
ve bulguların Hegel, zeitgeist, popülizm, otoriter popülizm, siyasal söylem ve Trump bağlantısı
içinde değerlendirildiği sonuç bölümüyle sona ermektedir.
2. Hegel’in Yöntemi - Zeitgeist
2.1. Hegel’de Tarihsel Tin ve Yöntem
G. W. Friedrich Hegel (1770-1831) siyasal, kültürel ve felsefi açıdan özel bir dönemde
yaşamıştır ve bu dönem içerdiği unsurlarıyla birlikte, oluşturduğu felsefesi üzerinde de etkili
olmuştur. Tarihin farklı bir yöne gidişinde dönüm noktası olan ‘Fransız Devrimi’ni, ayrıca
‘Alman İdealizmi’ olarak adlandırılan dönemi, Reform dönemini ve de Jena Savaşı’nı
yaşamıştır. Kant, Fitche, Schelling, Goethe gibi, Alman felsefesinin önemli düşünürleriyle
çağdaştır ve her büyük filozof gibi kendisinden önce gelenleri eleştirmiş ve kendisinden sonra
gelenleri de etkilemiştir.
Hegel felsefesinin geçmiş idealist gelenekten aldığı kökleri ile ilgili olarak, Stace şu
ifadelere yer vermektedir (1976: 61-62); “Teorinin gerçek yapıcısı Hegel’in kendinden çok,
uğraşan ve düşünen insan ruhu, kendini bu birey yoluyla dile getiren insanlığın evrensel
ruhudur. Bu felsefe çağların eseridir. Geçmişte derin kökleri vardır. Yılların biriken bilgeliği,
tek ‘evrensel felsefenin’ son evresidir. Öte yandan Hegel, son derece özgündür de. Ama onun
bu özgünlüğü, yeni olması demek değildir. Yeni, ama aynı zamanda eskidir. Geçmişteki
doğruyu tanır, kendi içinde özümler ve ilerler. Bütün felsefelerde kabul edilmesi ve kendi içinde
özümlenmesi gereken bir doğru yan ya da evre görür. Bu nedenle gerçekten evrensel bir
felsefedir.”
2
Zúquete, 2009:600
Ekonomi, Politika & Finans Araştırmaları Dergisi, 2017, 2(1): 67-82.
Journal of Research in Economics, Politics & Finance, 2017, 2(1): 67-82.
69
Hegel felsefesi ‘diyalektik bir sistem’e dayanır. (Stace, 1976: 146-188) Hegel’in
diyalektik sisteminde, kendi içinde idea (mantık, tez) ve kendi dışında ideanın (doğa, nesnellik
alanı, anti-tez) bir sentezi olarak, kendinde ve kendi içinde idea (ruh, tin, anlık, öznellik alanı)
ortaya çıkmaktadır. Bu üç alan birbirinden ayrı gibi görünseler de aslında birbirlerinden
bağımsız değillerdir. Hegel’in diyalektik sisteminde temelde üçlü kategoriler vardır ve
kategoriler birbiri içinden sentezlenerek aşağıya doğru serimlenir. (Stace, 1976: 139-140) Her
birinde ilki ‘tez’dir, tez, mevcut haldir. İkincisi ‘anti-tez’dir, anti-tez tezin içinden çıkmıştır ama
onun karşıtıdır. Yani kendi karşıtıyla birlikte var olur. Tez ile anti-tez karşı karşıya kalır,
aralarında çatışma çıkar, bu da ‘diyalektik süreç’tir. Bu çıkan çatışmada aralarında mücadele
gerçekleşir, birbirini dönüştürmeye ve her biri diğerini kendi için yararlı kılmaya, birbirlerinin
varlığını gereksiz kılarak ortadan kaldırmaya çalışırlar. Hegel felsefesindeki ‘köle-efendi’
diyalektiği de bu mantık üzere çalışır. (Bumin, 2016: 38-40) Hegel diyalektiğindeki zıtlığın
birlikteliği burada da görülebilir. Köle ile efendi, biri diğerinin tersidir, birinde olmayan
diğerinde vardır. Diğeri ‘öteki’dir. Diyalektik süreç ile ortaya yeni bir kategori çıkar, tez ile
anti-tezin kaynaştığı ve daha üst bir düzey olan ‘sentez’dir. Ancak süreç burada bitmez, çünkü
diyalektik hiçbir zaman bir sonu, durağanlığı ifade etmez, bu varlığına, doğasına aykırıdır.
Hegel’in sisteminde bir ‘başlangıç’ ve bir ‘son’dan da bahsedilemez. Başlangıç tarihsel değil
mantıksal bir başlangıçtır. (Stace, 1976: 112-118) Kendi içinden yine yeni bir tez, anti-tez ve
sonucu sentezi çıkarır. Her şey diyalektik bir devinim ile birbirinden çıkar ve bu tüm evreni bir
kavramlar dizgesi içinde toplayıncaya kadar sürer, aynı zamanda biz evreni sonsuz olarak
tanımladığımız için de sonsuza gittiği söylenebilir.
Ayrıca Hegel’in diyalektik sisteminde ‘bütünsellik’ düşüncesi görülür. Bütünselliği
anlamak için temel olarak, diyalektik sistem üzerinden gerçekleşen ilişkilerin birbiriyle de
ilişkili olarak birbirini de etkileyebildiği, birini anlamak için bir diğer alanın kullanılması
gerektiği, bir lineerlik olmadan, her çıktının yeni bir girdi olarak, birbirini besleyen, içe içe
geçmiş sonsuza giden bir döngüsel akış olduğu düşüncesi anlaşılmalıdır. Bu bütünsellik
düşüncesine toplum ilişkileri içerisinden de bakıldığında, Hegel’de ‘toplumsal bütünlük’ olduğu
söylenebilir. Hegel’in düşüncesine göre, gerçekleşen bir konu sadece kendi içindeki ilişkilere
göre değerlendirilemez. Çünkü onun etrafında başka konular, ilişkiler gerçekleşir ve onlar da ilk
konuyu etkiler. Bu yüzden beraber bir bütünlük içinde düşünülmesi gerektiği söylenebilir.
2.2. Hegel’de Tarih Felsefesi ve Zeitgeist
Hegel, diyalektik dinamiği tarihe ilk uygulayan, modern zamanların en etkili siyaset
felsefecilerinden biri olmuştur. Kendi felsefesini oluştururken, tarihi, tarihin içinde meydana
gelen değişimleri, hareketleri, ilerlemeleri, duraklamaları, yani tarihin devinimini sağlayan tüm
süreç ve dinamikleri göz önünde bulundurmuştur. Sonrasında Marx da tarihin temel mantığı
olarak diyalektiği benimsemiştir. Baradat’in ifadesi ile (2012: 222); “Hegel, diyalektik sürecin,
hep bir öncekinden daha iyi bir şeye götürdüğüne inanıyordu. Diyalektik süreç içerisinde, iyi
olan hiçbir şeyin kaybolmadığını; bunun aksine yeni ve daha bütünlüklü bir iyinin parçası haline
geldiğini düşünüyordu. Tez ile anti tezin olumsuz nitelikleri diyalektik süreç tarafından ortadan
kaldırılıyordu. Hegel buna ‘olumsuzun olumsuzlanması’ adını veriyordu. Böylelikle Hegel,
tarihin, kaçınılmaz bir ilerleme süreci –her bir yeni çağ, bir öncekinin içinden çıkmış bir
gelişmedir- olduğunu düşünüyordu. Diyalektiğin, toplum mükemmelliğine ulaşıncaya kadar,
insan kurumlarını inceltip geliştireceği kanısındaydı.”
T. Bozoğlu, “Hegel’in Zeitgeist’i ve Otoriter Popülist Siyasal Söylem: Trump Üzerine Bir Okuma”
70
Felsefenin, gerçeği bilme talebinde tarihsel olarak kurulu olduğunu radikal bir şekilde
düşünen ilk filozof Hegel olmuştur. Hegel’e göre tinin en üst basamağını felsefe temsil eder ve
tin kendi kendisini sadece tarihsel olarak kavrayabilir. Burada Hegel’de özgürlük düşüncesi ile
de ilişkilendirilerek anlamlandırılabilir. Hegel, bilincin zaman içinde kendini bilme ve
bilgilenme sürecini bir özgürlük ya da özgürleşme süreci olarak kavramaktadır. Bu süreçte
mutlak tin kadar birey de yabancılaşır ve tekrar kendine dönüşte yabancılaşmanın aşılma
evrelerini, özbilincin ve özgürlüğün gelişim aşamaları olarak, tinin özgürlük bilincinin ve bu
bilincin meydana getirdiği özgürlüğün gelişmesini dünya tarihinde sergiler. ‘Tarih Felsefesi’nde
belirttiği üzere (Hegel, G.W.F.; 2006:22 ); insan varlığının eylemlerinde gelişmekte olan tüm
dünya tarihi, zaman içinde özgürlük bilincinin ilerlemesinden ya da gelişmesinden başka bir şey
değildir. Andreas Arndt’a göre (Göçmen, 2008: 16); “Hegel’in kavrayışında, dünya tarihi bir
sona ulaşmıştır; çünkü ona göre dünya tarihi özgürlük bilincinin ilerlemesidir ve felsefenin
mutlak bilgisinde tin, özgürlük olarak kendi kendisinde görünür olmuştur. Bu tarihte artık
ilerlemenin olmadığı anlamına gelmemektedir, tersine sadece tarihsel olarak kurulmuş özgürlük
düşüncesi bizim için ‘mutlak olmuştur. Ama özgürlük bilincinin varlığının, onun toplumsal
siyasi hakikatte henüz gerçekleştiği anlamına gelmediğini Hegel çok iyi biliyordu. Tarihi, Hegel
ile özgürlük tarihi olarak düşünmek demek, her siyasi toplumsal hakikati özgürlük kavramından
ve özgürlüğün gerçekleştirilme olanaklarından hareketle eleştirel olarak düşünmek demektir.”
Hegel, tarihi, düşüncelere göre ele alır ve felsefenin tarihe getirdiği biricik kavramın
sadece ‘us’ kavramı olduğunu, buna göre de usun dünyaya egemen olduğunu ve dünya tarihinde
her şeyin usa uygun olduğunu söyler (2016: 34-36). Ona göre, “bir halkın-tininin belirliliği de
tarihte böyle bir ilkedir. Halkın dini, politik anayasası, törelliği, tözel dizgesi, görenekleri, aynı
zamanda bilimi, sanatı, teknikteki ustalığı, meslek etkinliklerinin yönü, ay belirlenmişliğin
ortak damgasını taşır. Halk-tini hem özünde özel bir tindir hem de saltık genel tinden başkası
değildir –çünkü o tektir. Bir halkın özel tini yok olup gidebilir; fakat o dünya tarihinin ilerleyiş
zincirinde bir halkadır, bu genel tin ise yok olamaz. Halk-tini özel biçime girmiş genel tindir.
Dünya-tarihinin konusu halkların-tininin eylemleridir. Bulunduğumuz dünyanın-tini, tinin kendi
kendisinden geliştirdiği kavramdır: tinin dünya-tarihini işleyişiyle geliştirdiği ve bu işleyişiyle
ortaya çıkmasını zorunlu kıldığı şeydir. Dünya-tarihini işte böyle kavramamız gerekir: bu
tarihte, tinin çalışması, kendi olduğu şeyin bilgisine nasıl vardığı gösterilmektedir (Hegel, 2016:
67-190).” Hegel’in bu sözleri tin, tarih, dünya-tarihi, dünya-tini ve aralarındaki söz konusu
ilişkileri ile ilgili düşüncelerini özetler niteliktedir.
Bununla birlikte, Hegel’e göre çağlara hükmeden bir mutlak ruh -geist- vardır.
Zeitgeist’ kavramıyla da yaşanılan dönemin egemen ruhunu ifade eder. Egemen ruh, Hegel’in
kurduğu tin-tarih ilişkisinde ve diyalektik sistemindeki bütünsellik düşüncesiyle birlikte her
yerde görülebilir. Belli bir dönemin hakim dünya görüşü bireyi, toplumu, devleti de şekillendirir
ve kendini onlarda yansıtır. Bu ruh her tarihsel dönüşüm noktasında, bir kişide cismanileşir. Bu
bir zaman İsa, bir zaman Platon, bir zaman Aristoteles ve bir zaman da Sezar’dır. Sonrasında
Napolyon ve en sonunda da Hegel’in kendisidir. Hegel’e göre (2016: 104-106) ; “Yüksek geneli
kavrayan, onu kendilerine amaç yapan, tinin daha yüksek kavramına karşılık gelen ereği
gerçekleştirenler dünya-tarihindeki büyük adamlardır. Bu açıdan bu bireylere ‘kahramanlar’
denilmektedir. Onlar şimdinin kabuğu içinde başka bir çekirdek gibidir. Onlarda hayranlık
uyandıran şey, yalnızca kendilerini tözsel tinin organları haline getirmiş olmalarıdır. Bireyin
kendi genel tözüyle asıl ilişkisi budur. Bu, her şeyin kendisinden çıktığı tözdür, tek erek, tek
güç, bütün bu bireylerce tek istenen, o bireylerde tatmini arayan, gerçekleşen şey. Tam da
Ekonomi, Politika & Finans Araştırmaları Dergisi, 2017, 2(1): 67-82.
Journal of Research in Economics, Politics & Finance, 2017, 2(1): 67-82.
71
bundan dolayı bu bireyler dünyaya şiddet getirirler, kendinde ve kendisi için var olan tinin
ereğine uygun ereğe sahip kişiler oldukları için, saltık olarak haklıdırlar, ama tümüyle
kendilerine özgü bir hakla.”
3. Popülizm – Otoriter Popülizm - Zeitgeist
Popülizm konusu 1990’lardan sonra artan bir önem kazanmıştır. Ancak buna karşın daha
öncesinde de, ‘asla tamamen terk etmeyen, geri gelen bir hayalet’ olarak 18-19.yy ve II. Dünya
Savaşı sonrası dönemlerde de ortaya çıkmıştır. Hegel’in ‘zeitgeist/dönemin ruhu’ kavramıyla
ifade ettiği, yaşanılan dönemin egemen ruhu olarak popülizm, farklı zamanlarda farklı
coğrafyalarda, değişik yüzleriyle, uygun koşulları bulmasıyla ortaya çıkabilmiştir. Mevcut var
olan yapılarda kriz olması, bunalım ortamları, kurumlara olan güvensizlik anları, demokratik
taleplerin doyurulamamış olması, demokrasinin temsilindeki eşitsizlik ve demokrasinin tam
oturamaması gibi sebepler bu koşullar arasında sayılabilir. Amerikan Çiftçi Hareketleri, Rus
Narodnik hareketi, Latin Amerika popülizmi, Leninizm, Nazizm, Peronizm, Titoizm, Doğu
Avrupa Köylücülük ideolojisi, batı Avrupa ırkçı partileri Maoizm, Trotskyizm, Castroizm,
Thatcherizm popülist olarak nitelendirilmiştir. Farklı anlamlandırmalarından dolayı
tanımlanması da zor olan popülizm ve otoriter popülizm kavramlarının tanımlamalarından önce,
tarihsel süreçte her ortaya çıkışında kendilerini nasıl yansıttığından bahsedilecektir.
3.1. Siyasal ve Tarihsel Bağlamda Popülizm ve Otoriter Popülizm
Siyasal ve tarihsel bağlamda ilk olarak birbirini izleyen üç ‘popülizm dalgası’ üzerinde
durulabilir. Bunlar (Jagers ve Walgrave, 2007: 322), tarım kesimine –köylülük– yönelik
popülizm, Latin Amerika popülizmi ve Yeni Sağ’ın popülizmidir. İlki için tipik örnek, 20.
yüzyılın ikinci yarısında Rusya’da entelektüel nitelikli Narodnik’in Rus köylülerinin eşitlik
savaşımına arka çıkan popülizmidir. İkincisi için tipik örnek, otoriter rejimlere karşı olan,
iktidarın halkın çıkar ve isteklerinin yönetimce dikkate alınmadığının öne sürüldüğü 1940’lar ve
1950’lerde Arjantin’de Peron’un ve Brezilya’da Vargas’ın popülizmidir. Üçüncüsü için de,
1970’lerden bu yana gelişen Yeni Sağ popülizmi örnek gösterilebilir. Yeni Sağ popülizminin
konuları, ülkeye dışarıdan göç, vergiler, suç ve milliyetçilik odaklıdır. Bununla birlikte ‘sağ
popülizm’ ve ‘sol popülizm’ olarak temel iki ayrıma da gidilmiştir ve bunların seçkin karşıtı
olmaları ile toplumu monolitik (yekpare) bir grup olarak ele almaları ortak noktalarıdır.
II. Dünya Savaşı sonrasında bağımsızlıklarını kazanan yeni uluslarda sömürge ülkelerine
bir tepki olarak, bazı Doğu Avrupa ülkelerinde sanayileşme karşısında köylülerin ezilmesini
engellemek için ve Latin Amerika ülkelerinde de hızlı kapitalistleşmenin olumsuz etkilerine
karşı popülist hareketlerin ve ideolojilerin birbiri ardına yükselişe geçmesi bir büyü bozumuna
yol açmış ve iki egemen ideoloji yanında, popülizme de yer açılmıştır (Akıllı, 2010: 8).
1980’li yıllarla birlikte, kapitalist sistem, düzen, yapı kurguları üzerine kurulu olan iki
kutuplu dünya, neo-liberalizmin egemenliğinde sermaye ve emeğin dolaşım olanak ve
olasılıkları yeni bir forma dönüşmüştür. Geçilen süreçle birlikte de yeni yapılar ve beraberinde
kavramlar ortaya çıkmıştır. Bu dönüşüm içerisinde 1970’li yıllarda kapitalizmin yaşadığı krize
bir cevap olarak ve ‘Thatcherizmi’ anlama çabasıyla birlikte, ‘Otoriter Popülizm’ kavramı
doğmuştur.
T. Bozoğlu, “Hegel’in Zeitgeist’i ve Otoriter Popülist Siyasal Söylem: Trump Üzerine Bir Okuma”
72
Stuart Hall ve çalışma arkadaşları Thatcherizm terimini ilk kullandıklarında, İngiltere
solunun dikkatini, 1970’li yılların sonunda ve 1980’li yılların başında siyasal alanın radikal bir
yeniden tarifinin gerçekleştiğine çekmek istemişlerdi. Değişimi solun alternatif bir çıkış
gerçekleştirmesi için önemsediklerini vurgulamışlardır. Bu sürecin bir ürünü olarak, doğrudan
iktidar bloğu, devlet ve halk arasındaki siyasal ve ideolojik ilişki hakkında olan ‘otoriter
popülizm’, en etkili çözümlerden biri olarak ortaya çıkmıştır. Otoriter popülizmin ortaya
çıkışında özellikle kriz yıllarında toplumsal alandaki anksiyeteler korkuya dönüştürülerek, bir
ahlaki panik havası yaratılmıştır. Toplumun otoritarizme destek verişinin altındaki sosyo-
psikolojik nedenlerin ise bugün de geçerli olduğu söylenmektedir (Yıldızcan, 2009: 5-37).
1980’ler ve 1990’ların başlarında Latin Amerika’da iktidara gelen popülist liderler, daha
önce klasik popülizmde kullanılmış olan ithal ikameci, paylaşımcı ekonomik politikalar yerine,
neo-liberal söylemleri kullanmışlardır. Bu yeni tür popülizm, ‘neo-popülizm’ kavramı ile de
tanımlanmıştır. Avrupa bağlamında ortaya çıkan bu popülizmi klasik popülizmden ayıran
özelliklere değinen Cas Mudde (Akıllı, 2010: 9-11; Mudde, 2004: 541-563), liberal
demokrasilerde 1960’lar ve 1970’ler boyunca popülist eleştirilerin soldan geldiğini, bu dönemin
popülist aktörlerinin militan öğrenciler, 1970’lerin sosyal hareketleri ve 1980’lerin erken
dönemlerindeki Yeşil veya Yeni Politikacı partileri olduğunu yazmaktadır. Ayrıca,
günümüzdeki popülizmin ise genelde sağ ideolojik yelpazede olduğunu, sol kanattaki
popülizmin proletaryanın bekçiliğinden tüm halkın koruyucusu olarak söylemini değiştirdiğini,
diğer yandan 1960 ve 1970’lerin popülistlerinin aktif, kendine güvenli, iyi eğitimli ve ilerlemeci
bir halka atıfta bulunurken, şimdiki sağ popülistlerin sessiz çoğunluğun isyanını temsil ettiğini
ifade etmektedir. Diğer bir anlatımla, önceki dönemin popülizmi daha fazla katılım ve daha az
liderlik talep ederken, şimdiki popülizm daha fazla liderlik daha az katılım istemektedir.
3.2. Popülizm ve Otoriter Popülizm Kavramları ve Yansımaları
Popülizmin farklı anlamlandırmaları sebebiyle tanımlanması da zor olmasından dolayı,
kavramsal tanımlama çalışmaları detay incelemelerini gerekli kılmıştır. Popülizm üzerine
yürütülen çalışmalarda ise ortak olarak, ‘kurulu iktidar yapısına ve toplumun baskın ideal ve
değerlerine karşı halk adına karşı çıkmak’ (Canovan, 1999: 1) tanımlamasına ulaşılmaktadır.
Popülizm, ‘Siyasal Düşünce Ansiklopedisi’nde (Miller vd., 1994: 326-327); ‘siyasal
halkçılık, halka yönelik bir çağrıya dayalı tutum, etkinlik ve teknikler kümesi’ olarak
tanımlanmakta ve popülizmin seçkinlere, temsili demokrasiye, toplum içinde farklılığa,
bireyciliğe karşı olduğu, halkın tümü adına konuştuğu öne sürülmektedir. Taggart, Jagers ve
Walgrave, Canovan, Laclau da çalışmalarında ortak olarak kavramın tanımlanmasının
güçlüklerine değinmekte ve ancak uygulamalarının incelenmesi ile kavramın anlaşılabileceğini
söylemektedirler. Ayrıca halka dayanmasından ve tek bir popülizm türünün olmadığından da
bahsetmektedirler.
Taggart’a göre (2004: 1), popülizm’in başarıya ulaşabilmesi kimi zaman büyük bir lidere,
kimi zaman da büyük kitlelere bağlıdır. Popülizm bir yandan sağın ve bir yandan solun
amaçlarına hizmet edebildiği gibi gericiler, mutlakıyetçiler ve demokratlar da ona başvururlar.
Jagers ve Walgrave de (2007: 323), popülizmin halkın desteğini sağlamak ve bu desteği
arttırmak için başvurulan bir teknik olduğundan, siyasal bir renginin de olmadığını, sol ya da
sağ çevrelerce eklemlenebileceğini söyler. Canovan da popülizmin bir bütün olarak halkın
egemenliğini savunduğunu, bir toplumsal sınıfın ya da kesimin değil, halkın tümünün sözcüsü
Ekonomi, Politika & Finans Araştırmaları Dergisi, 2017, 2(1): 67-82.
Journal of Research in Economics, Politics & Finance, 2017, 2(1): 67-82.
73
oldukları savını taşıdıklarından bahseder (1999: 4-5). Bu tutumlarının önemli sonuçlarından biri
halkın belirli sınıf ya da kesimlerini temsil eden siyasal partilerin karşısında yer almaları, diğeri
de popülizmin gereklerinden biri olan halkın bütününü temsil ettiği varsayılan karizmatik lider
tipini ortaya çıkarmasıdır. Laclau da (1998: 160) popülizmin kendisinin hem var olan durumun
sarsıcı, hem de sarsılan durumun az ya da çok radikal yeni bir düzen inşasının başlangıç noktası
ilan ettiğini; “parçalanmış ve yerinden edilmiş talepleri yeni bir çekirdek etrafında eklemleyerek
yürür” (2007: 197) sözleriyle belirtmektedir.
Popülizm, halka seslenen ve halk adına konuştuğunu öne süren bir iletişim biçimi olarak
da tarif edilebilse de halka seslenen her söylem, doğal olarak popülizm ile de eşleştirilemez.
Gerçek popülist söylemler ile, popülizme yer vermeyen siyasal partiler ve liderleri ile
sözcülerinin halka seslenişleri arasında fark vardır. Rutin siyaset ile popüler siyasette halka
seslenme farkı için Laclau (1998: 187) , bir ideolojik söylemi popülist bir söyleme dönüştüren
şeyin, içindeki popüler-demokratik adlandırmaların özel bir eklemleniş biçimi olduğunu belirtir.
Ona göre popülizm, popüler demokratik adlandırmaların, egemen ideolojiye göre yapay-
antagonist (zıt/karşıt) bir kompleks olarak sunuluşunu içerir.
Popülizmin halka dayanması ile birlikte, popülist söylemde de halk ‘hedef kitle’ olarak
görülür ve fiziksel koşullar ile rasyonel olmayan koşullar tarafından, çeşitli koşullandırmalarla
bir bütün haline getirilerek homojenleştirilir. Örnek olarak Taggart (2004: 120) , soyut bir
kavram olan, insanları bir halk olarak birlik-bütünlük-beraberlik içinde olmanın bilincini
oluşturan ‘vatan-memleket sevgisi’nin, popülist retoriğin başat aracına dönüştüğünü ve vatanın
tekil oluşunun üstünde yaşayan halkın da tekil olduğu anlamına geldiğinden bahsetmektedir.
Bununla birlikte Jan-Werner Müller’e göre ise (Gürses, 2016; Müller, 2016a) , popülistler
kendi halkını kendi yaratır. ‘Popülizm Nedir? başlıklı makalesinde, ‘halk’ sözcüğünün,
Yunanca’da ‘demos’ denilen seçebilen ve seçilebilen kitle anlamındaki sözcüğe eşit olmadığını,
kendi koydukları kıstaslar çerçevesinde kimin halk olup olmadığının belirlendiğini, asıl ve
gerçek ahlaki anlamda temiz bir ayrıcalıklı kitle olarak halkın tasarlanıp sunulduğunu belirtir.
“Somut olarak bu, şu anlama gelir: Popülistler, devleti ele geçirir, denge-kontrol sistemini
zayıflatır ya da tamamen ortadan kaldırır, kitlesel kayırma ve himayecilik politikası güder ve
sivil toplum ve medyadaki tüm muhalefeti kamuoyunun gözünden düşürmeye çalışırlar. Bunu
yaparken de, kendilerini haklı çıkaracak kesin bir ahlaki ilkeye başvururlar: Bir demokraside
halk, ‘kendi’ devletine sahip çıkmalıdır; hayır ve hizmetler, bu bütüne ait olmayanlara değil, tek
gerçek halk kimse, ona verilmelidir; medya ve sivil toplumdaki muhalif sesler, dış güçlerin
megafonundan başka bir şey değildir .”
Popülizm ile ‘demokrasi’ de yakın ilişki içindedir. Bunun nedeni her iki kavramın da
‘halk’ ve ‘halkın siyasal temsili’ ile ilgili olmasından kaynaklanmaktadır. Canovan’a göre
(1999: 1-16), demokrasi her zaman popülizme açık kapı bırakır. Ayrıca popülistler kendilerini,
hükümetler, düzen partileri ve medya tarafından sistematik olarak göz ardı edilen halkın
sıkıntılarını ve görüşlerini dile getiren gerçek demokratlar olarak görmektedirler ve de çoğu
doğrudan demokrasi taraftarıdır. Taggart’a göre de (2004: 123-131); demokrasi, uygulamada
halk çoğunluğunun desteğini sağlayan siyasal partilerin iktidara gelmesi demek olduğundan,
toplumdaki azınlık veya azınlıkları temsil ettiklerini varsaydıkları çevrelerin, gerçekte öyle olup
olmadıklarını saptamak için, halka doğrudan başvurulmasını istemek popülistler için görünüşte
haklı bir tutumdur. Böylece, onlara göre, halkın istekleri doğrudan anlaşılmış olur. Ayrıca,
siyasal katılımın da bu yolla gerçekten sağlanmış olacağı savunulur. Demokrasinin ayrılmaz bir
T. Bozoğlu, “Hegel’in Zeitgeist’i ve Otoriter Popülist Siyasal Söylem: Trump Üzerine Bir Okuma”
74
parçası olan siyasal partileri eleştiri konusu yaparken, doğrudan demokrasiyi savunarak siyasal
partileri de saf dışı bırakmak ister.
Burada popülizmin temsili demokrasiye karşı çıkıp, doğrudan demokrasiyi istediklerine
yönelik yapılmış olan yoruma karşın Müller’e göre ise (2016b) , popülistlerin, ‘gerçek halk’
olarak addettiklerini temsil edebildikleri sürece, temsiliyet fikriyle bir sorunları yoktur. Temel
fark, popülistler çağdaş toplumlardaki çoğulculuğu reddederler ya da bu farklılığın var
olmamasını arzularlar. Eşitlik dediklerinde aynılığı kastederler; yani ideal Amerikalı, İngiliz
tipine ya da gerçek halk imgesinin sembolik temsiline uygunluk.
Popülizmin dalgalarından ve çeşitliliğinden bahsedilirken, popülizmin seçkin karşıtı bir
söylemi olduğu da belirtilmişti. Lakin bu karşıt söylemler, seçkinler arası bir hegemonya savaşı
ile yine başka seçkin grubundan gelir ve ‘değişim’ sloganı ise bu karşıtlıktaki temel argümandır.
Popülizmi kullanan siyasal lider, kendi seçkinliğini gizleyen ve seçimlerde oy kullanacakların
çoğunluğuyla özdeşleştirecek olan, onların çıkarlarını koruyacaklardan biri olduğu algısını
oluşturacak stratejilerde, söylem ve hareketlerde bulunur. Erol Mutlu’nun da ifadesiyle (2005:
369) , böyle bir siyasal önder, kendisiyle halk arasındaki benzerlikleri öne çıkararak kendi
seçkinliğini yadsımaya ve bulanıklaştırmaya çabalar. Tüm popülist retoriğin esasını oluşturan,
‘halkla birlikte seçkinlere karşı’ biçimindeki özdeşlik formülünde, seçmenlerin dikkatini
önderin savaşım verme savında olduğu diğer seçkinlerin gücü üzerinde odaklayacak biçimde
kurulur.
Popülistler ‘seçkincilik aleyhtarlığı’ (anti-elitism), ‘aydın aleyhtarlığı’, ‘düzen
aleyhtarlığı’ (anti-establishment), siyasete ve siyasetçilere karşı güvensizlik, dinsellik, bilim ve
teknoloji düşmanlığı, geçmişe duyulan özlem biçiminde belirtiler gösteren (Köker, 2007: 110)
popülizmlerini, iktidar sahibi olunmasıyla birlikte devam ettirirler. Böylece kurulan hegemonya
yalnızca siyasal boyutu değil, kültürel, ekonomik, ahlaki, toplumsal yaşamın her boyutunu da
etkiler.
Bununla birlikte Poulantzas’ın ‘Otoriter Devletçilik’ kavramına da değinilebilir. Nicos
Poulantzas (1939-1979) 1978’de yayınlanan ‘Devlet, İktidar, Sosyalizm’ adlı eserinde;
günümüzde gözlemlenen birçok gelişmeyi öngörmüş ve ‘otoriter devletçilik’ kavramı altında
yeni bir devlet biçiminin oluşmakta olduğunu yazmıştır. Poulantzas’a göre (2006: 227-279),
otoriter devlet faşizm gibi olağanüstü bir devlet formu değildir, ortaya çıkışı ne yeni bir faşizm
ne de yeni bir faşizme giden yoldur. Otoriter devletin, kapitalist devletin yeni bir formu
olduğunu, kapitalizmin mevcut aşamasındaki burjuva cumhuriyetinin yeni demokratik rejimi
olduğunu söyler. Faşizmin siyasi bir krize hatta bir devlet krizine karşılık geldiğini savunurken,
otoriter devletçiliğin böyle bir aşamadan geçmeden geliştiğini ve aynı zamanda siyasal bunalım
veya devletin bunalımına işaret ettiğini söyler.
4. Donald J. Trump Örneği
Günümüzde Vladimir Putin, Theresa May üzerinden de dışa vurulan otoriteryan popülizm
olarak da adlandırılabilen yapı, 20 Ocak 2017’de yemin ederek resmen Amerika Birleşik
Devletleri (ABD)’ nin 45.Başkanı olan Donald J. Trump üzerinden de okunabilir. Dönemin
ruhu olarak nitelendirilebilen popülist dalga günümüzde Amerika’da da yaşanmaktadır.
Ekonomi, Politika & Finans Araştırmaları Dergisi, 2017, 2(1): 67-82.
Journal of Research in Economics, Politics & Finance, 2017, 2(1): 67-82.
75
Trump, bazıları daha önce Demokratik Parti’ye oy vermiş olan ‘Beyaz Orta Batılılar’
tarafından yapılan 270 oyluk duvar
3
üzerine yükseltildiği gibi, daha önceleri I.Dünya
Savaşı’ndan sonra sağcı bir popülizmin yükselişine yol açan da ülkenin orta kesimindeki ilerici
unsurlardı. Ancak bu hareket hiçbir zaman Beyaz Saray’a girebilecek kadar güçlü olmamıştı ve
II.Dünya Savaşı’yla birlikte büyük ölçüde itibarsız ve marjinal hale getirilmişti. Fakat bugün
Küresel Ekonomik Kriz sonrası küreselleşen dünyada bu hareketin fikirlerinin birçoğu intikam
alırcasına yeniden doğmaktadır (Greenberg, 2017).
Bununla birlikte öncesinde de, aycoğrafyada sonuçları daha farklı gerçekleşmiş olan
bir benzeri daha yaşanmıştır. Bu popülist dalganın bir benzeri 1992’da H. Ross Perot’ ile
kendini göstermiştir. H. Ross Perot, söylem açısından Donald J. Trump’a benzemekte
olmasından ve de Amerika’daki etkin ikili parti sistemine rağmen üçüncü bir parti
4
kurmuş
olması açısından önemlidir. Perot, seçimlerde özellikle Meksika ve Kanada ile olan ticaret
anlaşması, Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması’nı (North American Free Trade
Agreement/NAFTA) eleştirmekte ve NAFTA’nın Amerika’daki istihdamı Meksika’ya
götüreceğini söylemekteydi. Seçim sonucunda %43 ile Bill Clinton kazanmış olmasına rağmen,
özellikle bu söylemiyle, iki partinin hegemonyasına rağmen bağımsız aday olarak katıldığı 1992
seçimlerinde %20’ye yakın oy almış (20milyon) ve bu vatandaşları uyandırmıştır. Sonrasında
uzun müddet yine iki partinin hegemonyası devam etmiştir.
Lakin son seçimlerde bu hegemonya Trump ile kırılmıştır. Her ne kadar Trump, Perot’un
yaptığı gibi yeni bir parti ile değil de, iki partiden biri olan Cumhuriyetçi Parti’nin bir adayı
olarak seçime katılmış ve seçilmişse de, Cumhuriyetçi Parti’nin ruhundan farklı bir ruhu
taşımaktadır. Kimi çevrelerce (Reich, 2017) onun gerçek bir Cumhuriyetçi olmadığı, kürtajı ve
eşcinsel evlilikleri ile ticaret ve göçü sınırlamaya hevesli bir serbest-pazar muhafazakârı bir
otoriteryan popülist hareketle, Cumhuriyetçi Parti’yi ele geçirerek Başkan seçilmiş olduğu
yorumu yapılmaktadır.
Bununla birlikte Trump’ın ve partinin ruhunun farklı olmasından dolayı bir
çekişme/çatışmanın yaşandığı, yaşanacağı da söylenebilir. Çünkü Cumhuriyetçi Parti’nin ruhu
kendi karakteri olan, kendi milletvekilleri, kendi senatörleri, belli bir oryantasyonu, belli bir
amacı olan bir partidir ve Trump’ın ruhu ile birbirine örtüşmemektedir. Burada önemli olan
konulardan biri, bu popülist dalganın ortaya çıkışı ve destek buluşundaki, tarihsel sosyo-
ekonomik arka plandır, yani ‘popülizm hayaletinin’ bu zamanda ortaya çıkmasını sağlayan
‘uygun koşulların’ neler olduğudur (Keyder, 2017).
Amerika ile Avrupa arasında sosyo-ekonomik farklılıklar bulunmaktadır. Amerika en
azından II. Dünya Savaşı’ndan beri dünya hegemonyasını elinde tutmuştur ancak bu yapısı
günümüzde – özellikle 1980’lerin sonu 1990’ların başı ile birlikte sistem, düzen, yapı kurguları
üzerine kurulu olan iki kutuplu dünyanın, neo-liberalizmin egemenliğinde sermaye ve emeğin
dolaşım olanak ve olasılıklarının yeni bir forma dönüşmesiyle birlikte değişmektedir.
Avrupa’daki rejimlerin hemen hepsinde belli ölçüde bir sosyal demokrasi olduğu, Amerika’nın
ise bütün ekonomik düzeninin çok daha fazla ‘serbest’ piyasaya yönelik olduğu, bu yapının da
popülizm hayaletinin ortaya çıkışında uygun koşulların oluşmasının altyapısını meydana
getirdiği söylenebilmektedir. Neo-liberalizmin etkisi ile, Amerika’da vergiler azaltılmış,
3
Delege oylaması
4
Perot, 1992’de bağımsız aday olarak seçimlere katılıp oyların %18.9’unu alması sonrası, ikili partiye
alternatif üçüncü parti olarak 1995’de Reform Partisi’ni kurmuştur.
T. Bozoğlu, “Hegel’in Zeitgeist’i ve Otoriter Popülist Siyasal Söylem: Trump Üzerine Bir Okuma”
76
piyasası tamamen liberalize edilmiş, şirketlere ayrıcalıklar tanınmış, birçok düzenlemeden
vazgeçilmiş ve neo-liberalizm olarak bildiğimiz her şey Amerika’da tam anlamıyla
uygulanmıştır. Lakin bu eşitsizliği de beraberinde getirmiştir. 1979’dan itibaren Amerika’nın
ekonomisinde büyüme gerçekleşmesine rağmen, bu gelir dağılımı açısından eşitsizlik olarak
yansımıştır. Böylece ‘eşitsizlik’, popülizmi davet eden unsurlardan biri olarak yerini almıştır.
Bir diğer unsur ise, ‘yoksulluk’ oranları olmuştur. Yoksulluk tanımına göre, 1970’den beri
nüfusun %15’i sürekli yoksul kalmıştır. Bunlarla birlikte, ‘istihdam’ da diğer bir unsur
olmuştur. İşsizlik oranları %5 civarında olsa da, iş aramaktan vazgeçmiş insanların oranı
%60’dır ve ihtiyaçları olduğu saat kadar iş de bulamamaları söz konusu olabilmektedir. Bu
durum, insanların umutsuz, risk altında ve kendi geleceklerinden hiç emin olamayacak şekilde
yaşamaları anlamına gelmektedir.
Bu sosyo-ekonomik arka plan ise popülizm hayaletini ortaya çıkarmıştır; halka yönelerek
‘siz iş bulamıyorsunuz, sizin geliriniz düşük çünkü…’ şeklinde bir söylemin oluşturulması için
elverişlidir. İşte böyle bir ortamda, Amerikan Başkanlık seçimlerinde, popülist söylemli iki aday
bulunmaktaydı. Soldan gelen popülist Burny Sanders ve sağdan gelen popülist Donald J.
Trump. Popülizmde genel olarak esas retoriğin ‘kitleler’ ve ‘elit’, ‘elite karşı mobilizasyon’,
olduğu daha önce belirtilmişti. Amerika’da ise homojen bir elit açık olarak görünür. Seçimlerde
elit kesim, büyük şirketlerin çoğunluğu, yeni sektörlerin şirketleri, basının çoğunluğu Hillary
Clinton’a destek verirken, Trump desteğini yeni olmayan sektörlerdeki kapitalistlerden almıştır.
H.Clinton kampanyasına katkı olarak, Trump’ın 3 misli para toplamıştır ancak oyları
toplayamamıştır.
Popülizm ile ilgili olarak liderin/ adayının kullandığı ‘söylemin’ önemine de çalışma
kapsamında değinilmişti. Trump’ın söylemleri de işte belirtilmiş olan arka planın üzerinden
ortaya çıkan popülizmin inşasını tamamlamıştır.
Trump’ın temel sloganı ‘Amerika’yı Yeniden Büyük Yapmak’ olmuştur. Bu slogan
çerçevesinde de Trump’ın vaat içerikli söylemlerinin genel olarak ‘iktisadi’ temelli ve
‘milliyetçi’ çerçevede olduğu söylenebilir. Seçim konuşmalarında olduğu gibi yemin töreni
konuşmasında da benzer söylemlerde bulunmuştur. “Ticarette dış ilişkilerde her alanda
Amerikan ailelerinin çıkarı olacak. Amerika yeniden kazanmaya başlayacak. İşlerimizi geri
getireceğiz. Rüyalarımızı geri getireceğiz. Yollar, tüneller, demiryolları yapacağız. Ülkemizi
Amerikan eli ve Amerikan işçiliği ile yeniden inşa edeceğiz. İki kuralımız olacak; Amerika’dan
al, Amerikalı ile yap.” (BBC, 2017) Bu söylemleri çerçevesinde süreç boyunca; yasadışı
göçmenleri gönderme, tekrar girmelerini engellemek için duvar örme, bunun istihdamın
artmasına ve ücretlerin yükselmesine katkı sağlaması, şirketlerin Amerika dışına vermesini
önleme, Amerikalı işçilerin kullanılması, serbest ticaretten vazgeçilmesi, serbest ticaret
anlaşmalarının iptal edilmesinden de bahsetmiştir. Böylelikle “Birlikte Amerika’yı daha güçlü
yapacağız. Birlikte Amerika’yı daha zengin yapacağız. Birlikte Amerika’yı daha gururlu
yapacağız. Birlikte Amerika’yı daha yücelteceğiz.” (BBC, 2017) demektedir. Bu şekilde
Trump’ın eski günlere geri dönebiliriz diyerek ‘Amerika’yı Yeniden Büyük Yapmak’ sloganını
kullanması, ‘insanları mobilize etme’ açısından önemlidir. Ayrıca ‘eski günler’ diyerek,
nostaljiye, kaybolmuş bir şeye de atıfta bulunmaktadır.
Trump mobilize etme açısından, beyaz ırkın üstünlüğü ve yabancı düşmanlığı üzerine
temellen, ABD’nin beyazlara ait olduğu düşüncesindeki ‘Beyaz Amerikan Milliyetçiliği’ni de
Ekonomi, Politika & Finans Araştırmaları Dergisi, 2017, 2(1): 67-82.
Journal of Research in Economics, Politics & Finance, 2017, 2(1): 67-82.
77
kullanmıştır. ‘Siyahların Yaşamları Önemlidir’ hareketini ‘sorunlu’ bulan Trump (BBC, 2016)
böylece Obama’ya karşı 8 yıldır birikmiş olan ırkçılığı da mobilize etmiştir.
‘Toplumsal cinsiyet politikalarını’ da ön plana çıkarmıştır ve ‘maçoluğu’ kullanmıştır. Bu
konuda toplumdaki geçmiş arka planına bakılacak olursa, son 30 yılda sanayi sektöründen
hizmetler sektörüne geçişin kaçınılmaz bir sonucu olarak kadınların istihdam piyasalarında ön
plana çıktığı ve bu durumun erkeklerin giderek daha çok kaybettikleri, erkekleri çok da kolay
olmayan bir durumda bırakmış olduğu görülebilir. Trump bu durumu da kullanmış ve mobilize
etmiştir.
Tabii ki her ne kadar Trump’ın dönemin yapısını ve bu söylemleri kullanması, zamanın
popülist ruhunun sağ yüzünü taşıyor olması, tek başına onun Başkan olarak seçilmesini
sağlayan unsurlar olmamıştır. Karşısındaki rakibi H. Clinton’ın yapısı, yaptıkları, yapmadıkları,
halkın ona bakışı da etkili bir kriterdir, ancak bu konuya bu çalışma kapsamında
girilmemektedir.
Trump popülist söylemlerle Başkan seçilmiş ve Beyaz Saray’a gelmiş olsa da, seçildiği
parti Cumhuriyetçi Parti’dir. Bunun yanı sıra seçildikten sonra kurduğu kabinesi de tamamen
popülist söylemlerinin aksine elitlerden müteşekkildir. Amerika’da Trump yönetimi ile idare
arasında, kurumlar arasında gerginlikler ve çatışmanın olması da bu sebeplerle de muhtemel ve
doğaldır. İnsel (Medyascope, 2017); Trump’ın seçimin ardından aldığı kararların daha çok
seçmene mesaj vermek amaçlı olduğunu, yaptırım tarafının belli olmadığını söylemekte ve buna
örnek olarak da Meksika’ya duvar kararını göstermektedir.
Bir başka örnek olarak da Trump kampanyasında, ‘bütün Amerika’ya sağlık sigorta
getireceğim’ demekteydi. Başkan seçildikten sonraki ilk basın toplantısında, ObamaCare’in
iptalinin ve yeni bir sistemle değiştirilmesinin aynı anda gerçekleştirileceğini söylemiş,
ObamaCare’i felaket olarak nitelendirip, yerine ‘çok daha ucuz ve daha iyi’ bir sağlık sistemi
getireceğini vaat etmiştir (Euronews, 2017). Başkan seçildikten ve Washington’a geldikten
sonra Cumhuriyetçilerden oluşan Temsilciler Meclisi eski Başkan Barack Obama’nın sağlık
reformu ‘ObamaCare’i feshedip, yerine yeni sağlık sigortasını kabul etmiştir ki ObamaCare’in
kaldırılması aynı zamanda Trump’ın da vaadiydi. Ancak yeni halinde sağlık sigortası
zorunluluğu ve devletin katkıları kaldırılmış, bunun yerine sigorta gönüllü olmuştur (DW,
2017a) 25milyon kişiyi etkileyebilecek bu değişiklik yapılarak ObamaCare’in kaynağının
geldiği vergilerin kaldırılmak istenmiş olduğu da belirtilmektedir. Kaynak, yıllık kazancı belli
bir limitin üstünde bulunan vergi mükelleflerinden sağlanmaktaydı (Bloomberght, 2017). Bu
yolla Cumhuriyetçilerin de politikası olan, vergileri azaltma gerçekleşmekte, ancak Trump’ın
popülist seçim söylemindeki herkesin sağlık sigortalı yapılması gerçekleşememektedir.
Görüleceği üzere, Trump’ın Cumhuriyetçi Parti’ye teslim olmakta olduğu da söylenebilir.
Hegelyan bakış açısı içinde ise tez-antitezi arasındaki bu çatışmaya da diyalektik içinden de
bakılabilir.
Popülist söylemin muhtemel sonuçlarından biri olarak, Trump ile idari ve hukuki sistem
arasında da gerginlikler ve çatışmalar yaşanmaktadır. Trump Başkan olmasının akabinde,
önceki popülist söylemlerine de uygun olarak aynı davranışla kararlar almaktadır. Alınan bu
kararların ise ABD Anayasası’na uygun olup olmaması konusu çatışmanın odağını
oluşturmaktadır. Ülkeye dışarıdan göç, vergiler, suç ve milliyetçilik odaklı olan neo-popülizm
konularına uygun olarak, Trump’ın Başkan seçilmesiyle birlikte ilk icraatları da adaylığı
sırasındaki söylemlerine de uygun olarak, genelde mülteciler özelde Müslümanlara yönelik
T. Bozoğlu, “Hegel’in Zeitgeist’i ve Otoriter Popülist Siyasal Söylem: Trump Üzerine Bir Okuma”
78
aldığı kararlar üzerine olmuştur. Bunu yaparken de popülist retoriğin başat aracı olarak ‘vatan-
memleket sevgisi’ni kullanarak, ‘terörizmi engelleme’yi, ‘suçu engelleme’yi sebep göstermiştir
ve ‘Müslüman Yasağı’ (Muslim Ban) olarak bilinen karara da imza atmıştır. Bununla birlikte
Meksika’ya duvar örülmesi, göçmenlerin sınır dışı edilmesi, sığınma talebinde bulunan
mültecilerin reddedilmesi ve geri gönderilmesi yönünde söylemlerini de hayata geçirmeye
yönelik girişimleri olmuştur. Bu durum, otoriteyan popülist ideolojilerin kullandığı bir söylem
olarak kendini bir yandan islamofobi, diğer yandan da yabancı düşmanlığı olarak
yansıtmaktadır ve ayrıca toplumun kutuplaşmasında da etkili olmaktadır.
Trump’ın ‘Beyaz Ulusalcılardan’ oluşan kabinesinde ve ekibindeki bazı önemli isimlerle
yaşadığı anlaşmazlıklar ise, zaman geçtikçe kendisini daha çok göstermeye başlamıştır. Bu
isimlerden biri Trump’ın göçmen karşıtı hareketini şekillendirenlerden biri olan Adalet Bakanı
Jeff Sessions, diğeri de Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’dır. Her iki Bakanın Trump ile
aralarındaki gerginlikle, Bakanların istifa edebileceğinin ya da Trump’ın onların görevi
bırakmasını talep edebileceğinin olasılığı da yüksek olarak görülebilir.
ObamaCare ile ‘ilgilenen’ Trump, ‘Paris İklim Anlaşması’ ile de ‘ilgilenmiştir’. Adaylığı
sırasındaki söylemlerinde temiz hava ve temiz su önemli dese de, iklim değişikliği konusundaki
uyarıları ciddiye almadığını da söylemekteydi. Başkan seçilmesiyle beraber ABD’nin 2015
Paris İklim Anlaşması’na artık katılmayacağını da açıklamıştır. Bu kararla ilgili olarak,
‘Trump’ın Tarihi Hatası’ başlıklı makalesinde Tubiana (2017), bu kararın Trump’ın kendi
ülkesinde ve dünyada ciddi tepkilerle karşılaşacağı büyük tarihi bir hata olacağını ve Trump’ın
Amerika’nın global sorumluluğundan vazgeçip iklim değişikliği ile ilgili yapılan değişikliklere
sırtını dönmesinin de bir utanç olacağını söylemektedir. Ancak ona göre, dünya ölçeğindeki bu
kolektif eylemin önünde Trump sadece bir engeldir ve bunu durduramaz. Dünya’nın geri kalan
ülkeleri birlikte çalışmaya ve geleceğin pazarlarını ve işgücünü kurmaya devam edeceklerdir.
Popülistlerin bir diğer özelliği de medyadaki tüm muhalif sesleri, kendisini haklı
çıkartacak kesin bir ahlaki ilkeye başvurarak ve yine halka dayanarak kamuoyunun gözünden
düşürmeye çalışmalarıydı. Trump da sık sık medyaya yüklenerek, basın organlarının ‘yalan
haber’ yaptığı ve ‘halk düşmanı olduklarını’ (DW, 2017b) söylemiştir. ‘Tüm sahtekar isimsiz
kaynaklarıyla, yüksek derecede taraflılığıyla ve hatta hileli haberleriyle, yalan haberler
ülkemizde demokrasiyi bozuyor’ (Mepanews, 2017) diyerek bu kez de demokrasi kavramını
kullanarak medyaya yönelik popülist söylemlerine devam etmiştir.
Trump’ın söylemlerinin otoriteryanlık ve ABD ruhu üzerinden değerlendirilmiş olduğu,
‘Otoriteryan Başkan’ başlığı ile kaleme alınan makalesinde Reich’a göre de (2017);
“otoriteryanlık gözünden bakılacak olursa, Trump’ın yönetim yaklaşımı mantıklı ve tutarlıdır.
Örneğin bir otoriter, hoşlanmadığı bir yargı kararına itiraz etmek için anayasaya dayalı bir
demokrasideki normal süreci takip etmez ki bu da bir üst mahkemeye başvurmaktır. Bunun
yerine, Trump’ın defalarca yaptığı gibi, ona karşı hükmeden hakimlere saldırır. Aynı şekilde bir
otoriteryan, demokrasilerde olduğu gibi müzakereler için fırsat yaratmadaki normal yasama
kuralları için de sabrı yoktur. Bu nedenle Senato’nun karasızlığına karşın, ‘nükleer seçeneği’ni
5
kullanmıştır. Trump, Beyaz Sarayı ve Senato’yu da ‘eski’ olarak tanımlamış ve acilen terk
edilmesi çağrısında bulunmuştur. ‘Çok sert bir sistemimiz var. Bu antik eski bir sistem’
5
ABD siyasetinde, Senato’da yapılan oylamada, yasanın geçmesi için belirli bir oranda çoğunluğun
gerektirdiği kararların, yalnızca salt çoğunluk kullanılarak yasalaşması yönündeki değişikliğidir.
Trump’ın Yüksek Mahkeme üyeliğine aday gösterdiği Neil Gorsuch ile ilgili oylama kastedilmektedir.
Ekonomi, Politika & Finans Araştırmaları Dergisi, 2017, 2(1): 67-82.
Journal of Research in Economics, Politics & Finance, 2017, 2(1): 67-82.
79
demiştir. Bir otoriteryanın gözünden, otoriteryanın istediğini yapmasını engelleyen kurallar her
zaman, Trump’ın dediği gibi, ‘ülke için kötü’dür. Trump bunların hepsinden kurtulmak ister
çünkü bu başlamak için iyi bir konsept değildir.” Reich buraya kadar otoriteryanlık açısından
değerlendirdikten sonra, bu ruhun Amerika’nın ruhuyla örtüşüp örtüşmediğine dair yorum
yapmıştır; “Trump’ın yönetim felsefesi otoriteryanlık içinden mantıklı ve tutarlı bir felsefe olsa
da, bu ruh Amerika’nın ruhu değildir. ABD Anayasası’nın çerçevesi, gücün bölünmesi, denge
ve kontrol ve federalizmle yoğunlaşmış gücü önlemektir, amacı Trump gibi otoriteryanları
durdurmaktır.” Reich’in bu yorumuna ruh açısından da bakılacak olursa, Amerika’nın kurucu
ruhu ile değerlendirildiğinde Trump’ın ruhuyla örtüşmemektedir. Ancak Amerikan halkının
%46’sının oyunu ve de H.Clinton’dan daha fazla eyaleti kazanmış olduğu da unutulmamalıdır.
5. Sonuç
Çalışma kapsamında genel olarak, dünyada yükselen otoriterleşme ve siyasal popülizm
ilişkisi, Hegel’in tarihsel tin anlayışı üzerinden ve zeitgeist kavramıyla birlikte ele alınmaya
çalışılmıştır. Bu kapsamda günümüz gelişmelerini daha anlaşılır kılabilecek bir örnek olarak,
Amerika Birleşik Devletleri’nin 45. Başkanı olan Donald J. Trump, Hegelyan felsefe ve
yükselen otoriter popülizm içinde tanımlanmış olan eşitsiz dengenin taşıyıcısı bir lider olarak
değerlendirilmiş ve Donald J. Trump örneği üzerinden bir okuma, Hegelyan felsefe ve dönemin
ruhu ile ilişkilendirilerek yapılmaya çalışılmıştır.
Hegel’in felsefesinde tarihin kaçınılmaz bir ilerleme süreci olduğu ve her bir yeni çağın,
bir öncekinin içinden çıkan bir gelişme olduğu düşüncesi içinden Trump’a bakılacak olursa,
Trump’ın söylemleri özellikle 1980 sonrası dünyada yaşanan gelişmelerden ve kapitalist
toplumsal sistem içerisinde devletin dönüştüğü biçimden ayrı olarak düşünülemez. Ancak bu
hareket de ilk defa ortaya çıkan bir hareket değildir. Popülizm tanımı yapılırken popülizmin
‘Asla tamamen terk etmeyen, geri gelen bir hayalet’ olduğu söylenmişti. Farklı zamanlarda
farklı coğrafyalarda, değişik yüzleriyle, uygun koşulları bulmasıyla ortaya çıkabilmekte, mevcut
yapılarda kriz olması, bunalım ortamları, kurumlara olan güvensizlik anları, demokratik
taleplerin doyurulamamış olması, demokrasinin temsilindeki eşitsizlik ve demokrasinin tam
oturamaması gibi sebepler bu uygun koşullar arasında sayılabilmekteydi. Trump’ın tarihsel
sosyo-ekonomik arka planına bakıldığında da bu uygun koşullar, mobilize ettiği unsurlar ve
geliştirdiği söylemlerin birbirini nasıl beslediğinden bahsedilmiştir.
İlerleyen bir süreç olarak bakıldığında, ‘değişim’ sloganının popülizmin temel
argümanlarından olduğu ve Trump’ın vaatlerinin de sonuçta ulaşılacak bir değişim olduğu
hatırlanarak, ‘değişimin gerçekleşmesi için yeterli midir?’ sorusu da tartışılabilir. Bu kapsamda
Trump’ın değişim vaadini yerine getirmesinin kolay olmayacağına ilişkin bir değerlendirme de
yapılabilir. Değişim konusunda, Dünya’nın ruhu ile de paralellik gösterir şekilde, gerek Trump
gerek Amerika olarak değerlendirildiğinde, derin ayrımların varlığının söz konusu olduğu
söylenebilir. Bu bağlamda sadece siyasi alanın değil, toplumun da kutuplaştığı, ayrıca
günümüzde yaşananların daha önce de benzerlerinin yaşanmış olduğu üzerinde de durulmaya
çalışılmıştır.
Günümüzde yaşanılan dönemin egemen ruhu popülizm, Hegel’in kurduğu tin-tarih
ilişkisinde ve diyalektik sistemindeki bütünsellik düşüncesiyle birlikte bakıldığında her yerde
izlenebilmektedir. Belli bir dönemin hakim dünya görüşü, bireyi, toplumu, devleti de
şekillendirmekte ve kendini her birinde yansıtmaktadır. Trump örneği üzerinden okunmaya
T. Bozoğlu, “Hegel’in Zeitgeist’i ve Otoriter Popülist Siyasal Söylem: Trump Üzerine Bir Okuma”
80
çalışıldığı üzere, otoriteryan popülizm ile kümeleşen toplum da seçmen olarak, kendisiyle
benzer ruhu paylaştığını düşündüğü liderde bütünleşmiş ve ona yetki vermiştir. Aslında seçilen
liderin ruhu, kendini seçenin de ruhu olmakta ve hakim söylem oluşuyla da zamanın ruhudur.
Bu bağlamda Trump’ın insanları mobilize etmedeki söylemlerinden olan ‘Tekrar
Amerika’nın Büyük Olması’ sloganının önemine de bu açıdan bakılabilir. Hegel’in felesefine
uygun olarak, hedef kitle olarak görülen halkın önemli bir kısmının nezdinde söylem karşılık
bulmuştur. Seçmen bugünün melankolisi içinde, geçmişe yönelik nostaljik özlemlerini gelecekte
gerçekleştirebileceğini düşündüğü lideri bir nevi kurtarıcı forumunda görmüş ve desteklemiş
olduğu da söylenebilir.
Ayrıca diğer bir taraftan da bu popülist söylemlerin yoğun kullanımıyla ve ‘anti’ içerikli
sahiplendiği karşıt söylemleriyle, ‘biz’ ve ‘onlar’ diyalektiği de daha da güçlendirilmekte ve
demokrasi yönünde bu da bir tehdit olabilmektedir. Aynı şekilde tez-antitez olarak
değerlendirilerek, düşünülebilir. Diyalektik süreçte, ‘biz’ ve ‘onlar’ çatışmasında aralarında
mücadele gerçekleşmekte, birbirini dönüştürmeye çalışmakta ve her biri diğerini kendi için
yararlı kılmaya, birbirinin varlığını gereksiz kılmaya çalışmaktaydı. Biri diğerinin tersiydi,
birinde olmayan diğerinde vardı. Burada diyalektik sistemin bütünsellik düşüncesiyle birlikte de
değerlendirildiğinde, zıtlığın birlikteliği okunabilir. Bununla birlikte yaşanılan dönemin ruhu
olan popülizmin beraberinde gelen toplumsal konulara yönelik yapılan değerlendirmeler de
diyalektik sistemin toplumsal bütünlüğü içerisinde düşünülebilir.
Bu noktada Wendy Brown’un ‘Tarihten Çıkan Siyaset’ kitabında, demokrasi ile ilgili
yaptığı yoruma dikkat çekilerek bitirilebilir (Brown, 2010: 170); “…demokrasinin demokratik
kalmak için demokrasi karşıtı eleştiriye gereksinim duyması gibi, demokratik devlet de
demokrasinin cenazesine dönüşmemek için sadakatten çok demokratik direnişe gereksinim
duyuyor olabilir…”
Ekonomi, Politika & Finans Araştırmaları Dergisi, 2017, 2(1): 67-82.
Journal of Research in Economics, Politics & Finance, 2017, 2(1): 67-82.
81
Kaynakça
Akıllı, H. S. (2010). Neo-Liberalizm ve Neo-Liberal Popülizmin Yükselişi. Akdeniz Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, Antalya.
Baradat, L. P. (2012). Siyasal İdeolojiler. çev. Abdurahman Aydın. Ankara: Siyasal Kitabevi.
BBC. (2016). “Donald Trump’ın İnandığı 20 Şey” BBC, Erişim: 04.08.2016. www.bbc.com.
BBC. (2017). “Trump’ın Yemin Töreninde Yaşananlar” BBC, Erişim: 20.01.2017. www.bbc.com.
Bloomberght. (2017). “ObamaCare’in İptali Milyarlarca Dolara Mal Olacak” Bloomberght, Erişim:
06.01.2017. www.bloomberght.com.
Bumin, T. (2016). Hegel Bilinç Problemi, Köle-Efendi Diyalektiği, Praksis Felsefesi. 6. Baskı İstanbul:
Yapı Kredi Yayınları.
Brown, W. (2010). Tarihten Çıkan Siyaset. çev. Emine Ayhan. İstanbul: Metis Yayınları.
Canovan, M. (1999). Trust the People! Populism and the Two Faces of Democracy. Political Studies
47(1): 2-16.
DW. (2017a). “Cumhuriyetçiler Obamacare’i Değiştiriyor” Deutsche Welle, Erişim: 07.03.2017.
www.dw.com.
DW. (2017b). “Medya Savaşı Sürüyor: Trump Davete Katılmayacak” Deutsche Welle, Erişim:
26.02.2017. www.dw.com.
Euronews. (2017). “ABD Senatosu’ndan Obamacare’in İptali İçin İlk Adım” Euronews, Erişim:
12.01.2017. tr.euronews.com.
Göçmen, D. (2008). Andreas Arndt ve Domenico Losurdo Söyleşi: Neden Hala Hegel?. Baykuş Felsefe
Yazıları 2: 13-42.
Greenberg, D. (2017). “Trumpizmin Entelektüel Tarihi” Erişim: 20.02.2017. www.yenisafak.com.
Gürses, H. (2016). “Popülizm, Otoriter Demokrasi ve Temsili Diktatörlük”. Erişim: 20.02.2017.
http://www.hallac.org/index.php?id=6&tx_ttnews%5Btt_news%5D=572&cHash=2c10b52523cdf
604294c90716e925221
Hegel, G. W. F. (2016). Tarihte Akıl. çev. Önay Sözer. 3.Basım İstanbul: Kabalcı Yayıncılık.
Hegel, G. W. F. (2006). Tarih Felsefesi. çev.Aziz Yardımlı. İstanbul: İdea Yayınevi.
Jagers, J. ve Walgrave, S. (2007). Populism as Political Communication Style:An Emprical Study of
Political Parties’ Discorse in Belgium”. European Journal of Political Research. No 46: 319-345.
Keyder, Ç. (2017). “Trump’ı İktidara Getiren Sosyo-Ekonomik Dinamikler”. Boğaziçi Üniversitesi
Seminer, İstanbul 25.03.2017.
Köker, L. (2007). Modernleşme, Kemalizm ve Demokrasi. 10. Basım İstanbul: İletişim Yayınları.
Laclau, E. (1998). İdeoloji ve Politika. çev. Hüseyin Sarıca. İstanbul: Belge Yayınları.
Laclau, E. (2007). Popülist Akıl Üzerine. Ankara: Epos Yayınları.
Legrain, P. (2017). “Has Populism Peaked?” Erişim:26.05.2017. www.socialeurope.eu.
Medyascope (2017). “Açık Oturum 71:Zeynep Atikkan, Ahmet İnsel, Soli Özel” Erişim:26.01.2017.
www.medyascope.tv.
Mepanews (2017). “Trump: Oğlum Yalan Haber Medyası Tarafından Aşağılanıyor” Erişim:17.07.2017.
www.mepanews.com.
Miller, D. ve Jonet C., William C., Alan R. (1994). Siyasal Düşünce Ansiklopedisi. çev. Peker, Bülent ve
Kıraç, Nevzat. Ankara: Vol 1 Ümit Yayıncılık.
Mudde, C. (2004). The Populist Zeitgeist. Government and Opposition 39: 541-563.
Mutlu, E. (2005). Globalleşme, Kültür ve Medya. Ankara: Ütopya Yayınevi.
Müller, J. (2016a). Was ist Populismus? Ein Essay. Edition Suhrkamp. Franfurt.
Müller, J. (2016b). “Popülizmin Çekiciliği ve Tehlikeleri”, çev. İlker Kocael, www.medyascope.tv.
Poulantzas, N. (2006). Devlet, İktidar ve Sosyalizm. çev.Turhan Ilgaz. Ankara: Epos Yayınları
Reich, R. (2017). “The Authoritarian President” Erişim:03.05.2017. www.socialeurope.eu
Stace, W. T. (1976). Hegel Üzerine. çev. Murat Belge, İstanbul: Birikim Yayınları.
Taggart, P. (2004). Popülizm. İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları.
T. Bozoğlu, “Hegel’in Zeitgeist’i ve Otoriter Popülist Siyasal Söylem: Trump Üzerine Bir Okuma”
82
Tubiana, L. (2017). Donald Trump’s Historic Mistake” Erişim:01.06.2017. www.socialeurope.eu.
Yıldızcan, C. (2009). Le Populisme Autoritaire. Galatasaray Üniversitesi SBE Yüksek Lisans Tezi,
İstanbul.
Zúquete, J. P. (2009). Review of Venezuela en Retrospectiva: Los Pasos Hacia el Régimen Chavista.
Journal of Latin American Studies 41(3): 598-600.
Article
It is frequently seen that the concepts of “urban” and “city” are used interchangeably in the literature on the urban,such as public administration, architecture and sociology in Turkey. The fact that there is a direct relationshipbetween the city and civilization in Islamic sources and that the phenomenon of modernity, which emerged as asocial product of the Industrial Revolution, is generally handled on the urban level, supports the view that there isa deep meaning difference between the concepts of “urban” and “city”. This study provides an original guide tothe content of the concepts in question by making a terminological analysis of the periods in which the conceptsof “urban” and “city” were used from the past to the present. In addition, It determined the trajectory of the methodof our study, where the term city representing organicity and value produced the concept of home, and the termurban representing mechanicalness and utility produced the concept of housing. In this sense, it is aimed to revealthe similar and different aspects of the use of the city and the concept of the urban in the literature, and to clarifythe terminological use border between them. In this framework, it has been concluded that the concepts of “urban”and “city” are the products of different dynamics.
Article
Full-text available
Kavramsallaştırma, gerçek hayattaki karmaşık ilişkiler ağını basitleştirerek soyutlaştırma çabasıdır. Dolayısıyla, bir kavramsallaştırmanın başarısı, gerçekliği açıklayabilme kabiliyetine bağlıdır. Weber’le birlikte başlayan ve Şarkiyatçılar tarafından kullanılmaya devam eden “İslâm şehri” kavramının, Müslümanların yaşadıkları şehirlerin gerçekliğinden kopuk bir kavramsallaştırma çabası olduğu ileri sürülmektedir. Zamanla Şarkiyatçılar da “İslâm şehri” kavramına yönelik eleştiriler getirmişlerdir. Ama ilginç bir şekilde kavram, bugüne kadar kullanılmaya devam etmiştir. Bu kavramsallaştırmanın iki açıdan sorunlu olduğu görülmektedir: İlki, bu kavramla, Müslümanların yaşadıkları şehirler ideal bir kalıba dökülmektedir. İkincisi, bu kavramsallaştırma üzerinden Müslümanların yaşadıkları şehirlerdeki bütün sorunlar “İslâm”a havale edilmektedir. Bu çalışmada, “İslâm şehri” yerine, “ebrû sanatı”ndan hareketle “ebrûlî şehir” kavramsallaştırmasına gidilmektedir. Bu bağlamda çalışmanın amacı, Şarkiyatçı bakış açısının standart İslâm şehri kavramsallaştırmaları yerine, içinde barındırdığı etkileşim ve ilintiye bağlı olarak “ebrûlî şehir” üzerinden kavramsal bir öneri geliştirmektir. “Ebrûlî şehir” kavramının, “İslâm şehri” kavramındaki iki eksikliği giderecek nitelikte olduğu düşünülmektedir. Buna göre “ebrûlî şehir” kavramının, Müslümanların yaşadıkları çok sayıda şehrin kendine özgü niteliğini dikkate alabileceği; ayrıca, şehirlerde yaşayan Müslümanların eksikliklerini “İslâm”a havale etme kolaycılığına da mani olabileceği ileri sürülmektedir.
Article
Full-text available
In this study, the effects of the spirit of the age on the decisions taken at Turkish National Educational Councils (1939-2014) are scrutinized through a close analysis of the selected corpus. The research is conducted by using not only document analysis but also hermeneutic method. Since the decisions taken at Turkish National Educational Councils are official documents published by the government, they are accepted as reliable and valid. Themes and categories of the selected documents are dependent on a selective coding from the obtained data through document analysis and analysed according to hermeneutic method. It has been observed that the decisions taken in the councils change according to the spirit of the age. All or some of the decisions taken in these councils were implemented at the given time while in certain periods these decisions were almost never implemented. Also, the factors determining the spirit of the age are political, socio-economic/conjectural and military coup/intervention based. The original value of the study, unlike other studies in the literature, is to make a comparative analysis of Turkish National Education Councils in the context of the spirit of the age by using document analysis and hermeneutic method.
Article
Full-text available
Popülizm, geçmişten günümüze farklı ülkelerde farklı siyasal rejimlerde zaman zaman ortaya çıkabilmiştir. Bu nedenle bu farklı örneklerin genel özellikleri üzerinden popülizm tanımlanmaya çalışılır. Buna göre popülizmin en belirgin özelliği halkçı söylemlere dayanan bir ideolojik yaklaşım olmasıdır. Popülizmde sıklıkla halk iradesine vurgu yapılır. Popülizmde halk iradesinin gerçek temsili savunulur, bu amaçla doğrudan demokrasi çağrıları yapılır. Hemen her siyasal rejim tipinde ortaya çıkabilen popülizm gerçekte bir popülist seçkinler hakimiyetini ortaya çıkarır. Çoğu yazar tarafından popülizm bir ideoloji, politik görünüş ya da siyasi hareket tarzı olarak olumsuz yorumlanabilmektedir. Kimi yazarlara göre ise popülizm, temsili demokraside ya da halkın temsilinde eleştirilebilecek noktalar olduğunu hatırlatmaktadır. Bu noktadan hareketle popülizmin olumlu yanlarına da odaklanılmalıdır. Sıradan insanın daha güçlü temsilini savunan popülizmin siyasal katılımı artırdığı söylenebilir. Bu yönüyle demokrasiye katkı sunmaktadır. Çalışmada özellikle üzerinde durulan nokta popülizmin demokrasiye ve temel hak ve özgürlüklere tehdit oluşturup oluşturmadığıdır. Popülizm benzer inanç ve düşünceleri taşıyan insanları bir araya getirerek tekliği ortaya çıkarmaktadır. Buradan hareketle farklılıkların temsiline olanak veren çoğulcu demokratik anlayışı tehdit edip etmediği tartışılması gerekli bir konu haline gelmektedir. Bu çerçevede popülizmin çoğunlukçu demokrasiyle aynı anlama geldiği söylenememekle birlikte temsili ve çoğulcu demokrasiyi, çoğunlukçu demokrasiye doğru yönlendirdiğine değinilebilir. Popülist bir hareketin ortaya çıkabilmesi belirli koşullar gerektirmese de demokrasi var olduğu sürece popülizmin de var olacağı iddia edilebilir. Zira popülizm halkın temsiliyle ilgilidir. Bu nedenle denilebilir ki popülizm güncelliğini yitirmeyen bir kavramdır. Çalışmada konunun seçiminde popülizmin sınır ve zaman tanımayan bir kavram olması etkili olmuştur. Popülizm veya popülist akımlar gelecekte de üzerinde tartışılacak konular olmaya devam edecektir.
Article
Full-text available
Justice and Development Party (AK Party) launched many political initiatives in the Turkish political life. One of them is Mukhtars Meeting. This study analyzes why these meetings were required and which topics they addressed in terms of its content with populism paradigm. It is still relevant to ask what is the political purpose of Presidency to invite mukhtars from different provinces for the first time. This study also addresses whether it has an administrative purpose over the duties of mukhtars along with its political purpose. We will further deal with the purpose of these meetings to constitute legitimacy for AK Party ideology with the start of implementing Party-Member Presidency model in the Turkish political life.
Article
Full-text available
  The scientific debate about populism has been revitalised by the recent rise of extreme-right parties in Western Europe. Within the broad discussion about populism and its relationship with extreme-right, this article is confined to three topics: a conceptual, an epistemological and an empirical issue. First, taking a clear position in the ongoing definition struggle, populism is defined primarily as a specific political communication style. Populism is conceived of as a political style essentially displaying proximity of the people, while at the same time taking an anti-establishment stance and stressing the (ideal) homogeneity of the people by excluding specific population segments. Second, it is pointed out that defining populism as a style enables one to turn it into a useful concept that has too often remained vague and blurred. Third, drawing on an operational definition of populism, a comparative discourse analysis of the political party broadcasts of the Belgian parties is carried out. The quantitative analysis leads to a clear conclusion. In terms of the degree and the kinds of populism embraced by the six political parties under scrutiny, the extreme-right party Vlaams Blok behaves very differently from the other Belgian parties. Its messages are a copybook example of populism.
Article
Abstract Since the 1980s the rise of so-called ‘populist parties’ has given rise to thousands of books, articles, columns and editorials. This article aims to make a threefold contribution to the current debate on populism in liberal democracies. First, a clear and new definition of populism is presented. Second, the normal-pathology thesis is rejected; instead it is argued that today populist discourse has become mainstream in the politics of western democracies. Indeed, one can even speak of a populist Zeitgeist. Third, it is argued that the explanations of and reactions to the current populist Zeitgeist are seriously flawed and might actually strengthen rather than weaken it.
Article
Populism, understood as an appeal to ‘the people’ against both the established structure of power and the dominant ideas and values, should not be dismissed as a pathological form of politics of no interest to the political theorist, for its democratic pretensions raise important issues. Adapting Michael Oakeshott's distinction between ‘the politics of faith’ and ‘the politics of scepticism’, the paper offers an analysis of democracy in terms of two opposing faces, one ‘pragmatic’ and the other ‘redemptive’, and argues that it is the inescapable tension between them that makes populism a perennial possibility.
Neo-Liberalizm ve Neo-Liberal Popülizmin Yükselişi. Akdeniz Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi
  • H S Akıllı
Akıllı, H. S. (2010). Neo-Liberalizm ve Neo-Liberal Popülizmin Yükselişi. Akdeniz Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, Antalya.
ObamaCare'in İptali Milyarlarca Dolara Mal Olacak
  • L P Baradat
Baradat, L. P. (2012). Siyasal İdeolojiler. çev. Abdurahman Aydın. Ankara: Siyasal Kitabevi. BBC. (2016). "Donald Trump'ın İnandığı 20 Şey" BBC, Erişim: 04.08.2016. www.bbc.com. BBC. (2017). "Trump'ın Yemin Töreninde Yaşananlar" BBC, Erişim: 20.01.2017. www.bbc.com. Bloomberght. (2017). "ObamaCare'in İptali Milyarlarca Dolara Mal Olacak" Bloomberght, Erişim: 06.01.2017. www.bloomberght.com.
Hegel - Bilinç Problemi
  • T Bumin
Bumin, T. (2016). Hegel -Bilinç Problemi, Köle-Efendi Diyalektiği, Praksis Felsefesi. 6. Baskı İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Cumhuriyetçiler Obamacare'i Değiştiriyor
  • Dw
DW. (2017a). "Cumhuriyetçiler Obamacare'i Değiştiriyor" Deutsche Welle, Erişim: 07.03.2017. www.dw.com.
Medya Savaşı Sürüyor: Trump Davete Katılmayacak
DW. (2017b). "Medya Savaşı Sürüyor: Trump Davete Katılmayacak" Deutsche Welle, Erişim: 26.02.2017. www.dw.com.
ABD Senatosu'ndan Obamacare'in İptali İçin İlk Adım
  • Euronews
Euronews. (2017). "ABD Senatosu'ndan Obamacare'in İptali İçin İlk Adım" Euronews, Erişim: 12.01.2017. tr.euronews.com.
Andreas Arndt ve Domenico Losurdo Söyleşi: Neden Hala Hegel?”
  • D Göçmen
Göçmen, D. (2008). "Andreas Arndt ve Domenico Losurdo Söyleşi: Neden Hala Hegel?". Baykuş Felsefe Yazıları 2: 13-42.