ArticlePDF Available

Rhyme at anatolian field folk poems: Fixings and suggestions

Authors:

Abstract

Being evaluate of studies associated with rhyme that is committed to paper by specialists of this field and dictionaries, encyclopedia items which everyone obtain easily at the present, and difficulties that arises on teaching rhyme will form the subject of this article. In the course of being evaluate inconsistencies between descriptions in sources and rhyme examples will be skate over; especially common characteristics will be evaluated. Some suggestions and thoughts about subjects that contain problems will be offered.
Kafiye, tanımı itibariyle benzer ses
birimlerinin düzenli tekrarına dayanan
bir ahenk unsuru olmasının ötesinde
bir araya getirdiği unsurlar arasında
anlamsal ilişkiyi zorunlu kılan bir yapı
malzemesi olarak da karşımıza çıkar.
Bütün klasik edebiyatlarda olduğu gibi
divan şiirinde de şairler, dahil oldukla-
geleneğin estetik nizamına sıkı sıkıya
bağlıdır. Bu bakımdan divan şiirinde
kafiye ve redif gibi unsurların kullanımı-
büyük ölçüde gelenek belirler (Macit
1996: 84)”. Divan şiiri için söylenenler
aynen halk şiiri (anonim, âşık ve tekke)
için de geçerlidir. Umay Günay’ın ifade
ettiği gibi “Âşık Edebiyatı ferdi bir ede-
biyat olduğu kadar bir gelenek edebiya-
tıdır. Bu edebiyatın temsilcileri mensup
oldukları geleneğin kurallarına değer
vermekte ve bu kurallara titizlikle uy-
maktadırlar (Günay 1992: 8)”. Ferdi bir
edebiyat hüviyeti taşıyan tekke şiiri için
de durum aynıdır. Ferdî bir damga taşı-
mayan, halkın ortak yaratması olarak
karşımıza çıkan anonim edebiyatın da
belli bir geleneği ve bu gelenek çerçeve-
sinde oluşturulmuş eserleri vardır. Bu
eserlerde de nazım şekilleri ve gelenek
büyük ölçüde belirleyicidir.
Bilindiği üzere geleneksel Türk şii-
rinde mani ve koşma olmak üzere temel
iki nazım şekli vardır. M. Öcal Oğuz, tür
ve şekiller üzerine yaptığı çalışmasında
mani ve koşmaya ek olarak “destan”ı da
nazım şekli olarak gösterir (2001: 18)1.
Bu nazım şekillerinin tanımlanmasında
da kafiyenin belirleyicilik özelliği var-
dır.
Mani, halk şiirinin en küçük nazım
şeklidir. Yedi heceli 4 dizeden oluşur.
Birinci, ikinci ve dördüncü dizeler kendi
arasında kafiyeli, üçüncü dize serbest-
tir. Kafiye düzeni harflerle şu şekilde
gösterilir: a a x a (Dizdaroğlu 1969: 54;
ANADOLU SAHASI HALK ŞİİRİNDE KAFİYE:
TESPİTLER VE ÖNERİLER
Rhyme at Anatolian Field Folk Poems: Fixings and Suggestions
Yard. Doç. Dr. Salahaddin BEKKİ*
ÖZ
Günümüzde herkesin rahatça ulaşabileceği ansiklopedi maddelerinin, sözlüklerin ve bu sahanın uz-
manlarınca kaleme alınan kafiye ile ilgili çalışmaların değerlendirilmesi ve kafiye öğretiminde ortaya çıkan
güçlükler bu çalışmanın konusunu oluşturacaktır. Belli sayıdaki kaynağın değerlendirilmesinde kaynaklar-
daki tanımlar ile verilen örneklerin tutarsızlıkları üzerinde fazlaca durulmayıp ortak hususlar değerlendirile-
cektir. Kaynaklarda problemli olarak bırakılan hususlar üzerinde bazı görüş ve önerilerimiz olacaktır.
Anahtar Kelimeler
Halk şiiri, kafiye, redif, dörtlük.
ABSTRACT
Being evaluate of studies associated with rhyme that is committed to paper by specialists of this field
and dictionaries, encyclopedia items which everyone obtain easily at the present, and difficulties that arises
on teaching rhyme will form the subject of this article. In the course of being evaluate inconsistencies between
descriptions in sources and rhyme examples will be skate over; especially common characteristics will be eva-
luated. Some suggestions and thoughts about subjects that contain problems will be offered.
Key Words
Folk poem, rhyme, redif, quatrain
* Ahi Evran Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, sbekki@gmail.com.
http://www.millifolklor.com 55
Millî Folklor, 2008, Y›l 20, Say› 78
56 http://www.millifolklor.com
Gözaydın 1989: 6; Dilçin 1995: 279). Tür-
kü, ninni, ağıt, tekerleme, bilmece gibi
birçok tür, büyük oranda halk şiirinin en
yaygın nazım şekli olan mani ile vücuda
getirilmiştir (Oğuz vd. 2004: 267).
Manide karşımıza çıkan kafiyenin
belirleyicilik özelliği koşma için de geçer-
lidir. Koşma, on bir heceli dörtlüklerden
meydana gelen ve özel bir uyak örgüsü
olan saz şairlerinin söylemiş oldukları
şiirlere verilen isimdir (Dizdaroğlu 1969:
70; Dilçin 1995: 306; ). Kafiye düzeni ilk
dörtlükte üç değişik şekilde karşımı-
za çıkar: abab; abcb; aaab. Daha sonra
gelen dörtlükler ilk dörtlüğün son dize-
sine göre uyaklı olur: İlk dörtlük abab
şeklinde kafiyelenmişse ikinci dörtlük
cccb üçüncü dörtlük dddb … şeklinde;
ilk dörtlük abcb şeklinde kafiyelenmişse
ikinci dörtlük dddb, üçüncü dörtlük eeeb
… şeklinde; ilk dörtlük aaab şeklinde
kafiyelenmişse ikinci dörtlük cccb üçün-
cü dörtlük dddb … şeklinde kafiyeli olur
(Dizdaroğlu 1969: 306; Boratav 1988:
24-25). Yani koşmada ilk dörtlük farklı
kafiye yapılarında olabilmekle birlikte
devam eden bütün dörtlükler her du-
rumda, ilk üç dizenin kendi aralarında
son dizenin ise ilk dörtlüğün son dizesiy-
le kafiyeli olacak şekilde kafiyelendiği
görülmektedir.
Kafiye, yukarıda vurguladığımız
gibi sadece nazım şekillerinin tespitin-
de değil birçok sözlü kültür ürününün
kolayca ezberlenmesinde ve hafızalarda
saklanmasında da yardımcı olan bir un-
sur olarak karşımıza çıkar. Nazım unsu-
ru taşıyan her sözlü üründe (türkü, ağıt,
ninni, tekerleme, bilmece, atasözü, ölçü-
lü söz vs.) kafiye bulunur.
Fuat Köprülü’nün söyleyişiyle ip-
tidai dönemlerden başlayarak Türk ce-
miyetlerinde şiir ve musikinin bir arada
bulunduğu; şiirin kaynağının da umumi
matem törenleri (yuğ) olduğu bilinmek-
tedir (Köprülü 1989: 101-102). O dönem-
den başlayarak günümüze kadar geçen
sürede gelenekleri oluşmuş, nazım şe-
killeri oturmuş olan halk şiirimizde hâlâ
kafiye ile ilgili birçok problemin olduğu-
nu biliyoruz. Bu problemler, Saim Sa-
kaoğlu (1991: 301-305), Bedri Aydoğan
(2001: 48-57), Mehmet Yardımcı (2002:
697-717) ve Doğan Kaya (2003: 66-70)
gibi birçok araştırıcı tarafından dile ge-
tirilmiştir.
Anılan araştırıcıların kafiye konu-
sundaki problemler üzerine tespitleri şu
şekilde sıralanabilir:
a- Kafiye tanımında tam bir birliğin
sağlanamaması, kaynakların birbirleri-
ni tekrar etmeleri.
b- Aktarılan bilgi ve örneklerin ye-
terince denetlenmemesinden kaynakla-
nan eksik ve hatalı bilgilerin yaygınlık
kazanması.
c- Kafiyenin tanımına bağlı olarak
kafiye çeşitleri üzerinde uzlaşma sağla-
namaması.
d- Verilen örneklerin tanımlarla çe-
lişmesi.
e- Örnek kafiye çözümlemelerinden
sonra gerekçelerin açıklanmaması.
f- Kafiye öğretimine gereken öne-
min verilmemesi.
g-Bazı kaynakların problemleri tes-
pitle yetinip çözüm önerileri sunmama-
ları.
Bu genel problemlerin dışında daha
karmaşık ve içinden çıkılmaz bir hal
alan teknik hususlara ilişkin tespitleri-
miz ise şöyledir:
a- “a, e, ı, i, u, ü” kısa ünlüleriyle
oluşturulan ses benzerlikleri kafiye sa-
yılır mı?
b- “â, î, û” ünlüleri ile tam kafiye
oluşturulduğunda, bu ünlülerden önce
ve sonra gelen ünsüzlerle ses benzerliği
olan yerlerde kafiye çeşidi tam kafiye mi
yoksa zengin kafiye mi kabul edilecek?
c- Çıkış yerleri ve çıkış biçimlerine
göre birbirine yakın ünsüzleri kafiyeli
kabul edecek miyiz?
d- Çift ünsüzle biten kelimelerdeki
sesler tam kafiye sayılacak mı?
Millî Folklor, 2008, Y›l 20, Say› 78
http://www.millifolklor.com 57
e- Kafiye yalnızca dize sonlarında
mı aranacak?
f-Kafiyenin olmadığı yerlerde re-
dif tanımına uyan ek, kelime ve kelime
grupları redif olarak kabul edilecek mi?
Yoksa bu tür kullanımlar için Banarlı’nın
önerdiği “redifli kafiye (1971:183)” veya
Doğan Kaya’nın önerdiği “sözde redif
(2003: 70)” terimlerini mi kullanacağız?
Yahut bu tür dizeler için kafiyesi bozuk
mu demeliyiz?
Yukarıdaki problemlerin ortaya
çıkmasının sebeplerini de şu başlıklar
altında toplayabiliriz:
1- Kaynaklardaki bilgilerin yeter-
siz ve tutarsızlıklarından kaynaklanan
problemler.
2- Kafiye konusunu yeterince ciddi-
ye almayan derleyici ve araştırıcılardan
kaynaklanan problemler.
3- Metin yayımlarındaki hatalardan
kaynaklanan problemler.
4- Sözlü kültür ürünlerinin içinde
oluştuğu, geliştiği ve tespit edildiği sos-
yal çevre ve şartların Türkiye’deki halk
bilimi çalışmalarında başlangıçtan beri
göz ardı edilmesinden ve hatta üzerin-
de hiç durulmamasından kaynaklanan
problemler.
5- Sözlü gelenek ortamında yara-
tılan ve sözlü gelenek yoluyla iletişime
giren halk şiirinin, yazılarak üretilmiş
ve yine yazıyla gösterime girmiş ürün-
lerle eş tutulup yazılı edebiyat biliminin
yöntemleriyle incelenmesinden kaynak-
lanan problemler.
İlk üç sıradaki problemlerin orta-
dan kaldırılması 4. ve 5. sıradaki söyle-
diklerimizin tam olarak algılanması ve
çözülmesinden sonra mümkün olacaktır.
Yine de halk şiirimizin eski harfli kay-
naklarını günümüz alfabesine aktarır-
ken okuma hatalarını en aza indirmek;
sözlü kaynaklardan derlenen metinleri
yazıya geçirirken dokusunu (türe has dil
özelliklerini) ve hangi sosyal çevrede ya-
ratıldığını ihmal etmemek, yukarıda ka-
fiye ile ilgili sıraladığımız problemlerin
büyük ölçüde ortadan kaldırılmasının
yanında, diğer sözlü ürünlerin de sağlıklı
bir şekilde değerlendirilmesine yardımcı
olacaktır (Ekici 1998: 25-34).
Beşinci sırada dile getirdiğimiz
problemin, genel olarak Türkoloji’de
özelde ise folklor sahasında çalışan bilim
adamlarımızın, uzun süre sözlü gelenek
ve sözlü gelenek metinleriyle edebiyat
metinleri arasındaki farklılıkları dikka-
te almayıp her ikisini de aynı metot ve
kavramları kullanarak incelemelerinden
kaynaklandığını söyleyebiliriz. Hâlbuki
sözlü gelenek mahsulleri ile edebiyat me-
tinleri arasında büyük farklar vardır. Bu
konuda Suleyman Turduyeviç Kayıpov,
bir edebi eserin ortaya çıkış macerasını
naklettikten sonra edebi metinler ile söz-
lü gelenekte oluşmuş eserler arasındaki
farkları şöyle belirtir: “Edebiyatta metin
yazar tarafından yazılır ve okuyabilen
şahıs tarafından okunur. Edebi eseri sey-
retmek veya dinlemek yoluyla kavramak
mümkün değildir. Herhangi bir yazarın
eserindeki bilgileri seyretmek ve dinle-
mek yoluyla kavrayabilmek için o eserin
muhtevası saklanarak, sanatın başka
dallarının (müzik, tiyatro, sinema vb.)
‘dillerine çevrilmesi’ şarttır. Sözlü gele-
nek eseri yazılırken değil, söylerken, söz-
lü şekilde meydana gelir ve sözlü olarak
yaşamayı devam ettirir, seyredici ve din-
leyici tarafından algılanır. Söylenmekte
olan sözlü gelenek eserlerini kavramak
için harfleri tanımaya gerek yoktur. (…)
Sözlü eser söylenmek ve dinlenmek ama-
cıyla ortaya çıktığı için metin yapısında
da farklılıklar vardır. Sözlü gelenek ürü-
nü olan bir metnin malzemesi sadece dil
değildir. Dil ile müzik ve mimik örtüşe-
rek sözlü eser metni oluşturulur (2002:
459-4659)”.
Ahmet Talat Onay da kafiye konu-
sunda bilgi verirken aynı hususa dikkat
çeker: “Saz ve halk şairlerince kafiyenin
adı ayaktır. Türk millî şiirlerinde kafiye
Millî Folklor, 2008, Y›l 20, Say› 78
58 http://www.millifolklor.com
yazılıştaki benzeyişe göre değil, kulağın
duyduğu ses benzeyişlerine göre yapılır.
Aruz şairleri ise, çok kere Arap harfleri-
nin yazılıştaki benzeyişlerine göre yapar-
lardı (1996: 21)” diyerek divan şiirindeki
kafiyenin yazılışa, halk şiirindekinin ise
söze dayandığını vurgulamış, “revi” üze-
rine söylediklerinde de bu durumu şöyle
açıklamıştır: “Revi, üzerine kafiyenin ku-
rulduğu harf veya hecedir. Meselâ, kafiye
yapılan baş, taş, kaş, yaş, kelimeleri olsa,
buralardaki aş sesleri müşterek olduğu
ve kafiye ş harfine istinat ettiği için revi
“ş” harfidir. Bu aş’lardan biri meselâ beş
olsa son harfi “ş” olduğu halde kafiye
doğru olmaz. Çünkü, sadâlar birbirine
uygun değildir. “Beş” sözüne eş, peş, keş
gibi sözler kafiye olabilir. Çünkü, hepsin-
de bir olan “eş” sesidir. Bununla beraber,
halk şiirlerinde eş-aş, boş-düş gibi sadâ-
ları birbirine az çok yakın harfleri hâvi
sözlerle de kafiye yapılmıştır. Buna ya-
rım kafiye denir (Onay 1996: 22)”. Fuat
Köprülü de benzer görüşleri dile getirir:
İlk şiirlerimizin tabi’ olduğu kafiye ka-
ideleri, tabiatıyla, basit ve iptidaî bir
mahiyettedir ve onlara bugünün mana-
sıyla “kafiye” adını vermekten ise “yarım
kafiye” (assonance) demek şüphesiz daha
doğrudur. Çünkü ilk şiirlerimizin kafiye-
si, mısraların sonundaki cüzlerin savtı
kıymet itibariyle birbiriyle taâdil namın-
da doğmaz; o, bu kadar dar ve katî bir
kaideye sığmaktan çok uzaktır. Son cüz-
ler arasında uzak bir müşâbehet-i âhenk,
kafiyenin vücudu için kâfidir: “öz-göz-
yüz” yahut “deşildi-koşuldu”, “buluştu-
kamaştı”, “kuşlatmak-taşlatmak-dişlet-
mek” gibi yarım müşâbehetlerle kafiye
teşkil olunabilir (1926: 94; 1989: 129)”.
Yukarıda yaptığımız iktibaslarda
halk şiirindeki kafiyenin oluşumuyla
özelliklerinin yazılı edebiyata göre çok
farklı bir şekilde ortaya çıktığı ve katı
kurallara bağlanmadığı her üç âlim ta-
rafından dile getirilmiştir.
Bugün biz, daha önceden derlene-
rek yazıya geçirilmiş bir destan, bir halk
hikâyesi veya bir türkü metnini okudu-
ğumuzda mimik ve müziği ihmal edil-
miş, salt dile dayanan metinlerle karşı
karşıya kalıyoruz2. Bu haliyle de sözlü
kültür ürünü malzeme, yazı ile üretilmiş,
yazılı kültürün bir ürünü gibi okunmak
ve incelenmek zorunda kalıyor. Halbuki,
Halk Edebiyatı (anonim, âşık ve tekke)
mensubu olan ismi bilinen veya bilinme-
yen sanatkârlar ‘söz’ü ‘saz’a koşarak söy-
lemişlerdir (Görkem 2001: 155-161)”.
Tarihi metinler olarak kabul etti-
ğimiz yazıya geçirilmiş (dondurulmuş)
sözlü kültür ürünlerinin –günümüzde
yaşamaya devam edenleri ile yeni yarat-
malara müsait türlerini dışarıda tutmak
kaydıyla- bilimsel araştırmalarda kulla-
nılabilmesi ve güvenilir sonuçlar verebil-
mesi için mutlaka sağlam metinlere ih-
tiyaç bulunmaktadır. Çünkü biz bugün
için sözlü kültür ürünlerinin en önemli
ögesi olan müzik (ezgi) kısmını bilemiyo-
ruz. Kafiye incelemelerimizi de salt don-
durulmuş, yazı ile tespit edilmiş metinler
üzerinde yapmak durumunda kalıyoruz.
Kafiye konusunda birçok problemin or-
taya çıkması da bizim bu metinler üze-
rinde edebiyat bilimi metotlarıyla kafiye
bulmaya çalışmamızdan kaynaklanıyor
(Görkem 2001: 155-161).
Örnek olması bakımından
Seyrânî’nin bir dörtlüğünü aşağıya alı-
yoruz (Kasır 1999: 138-139):
İnsan dedikleri hep bir soy imiş
Kudret ölçüsünde hep bir boy imiş
Gönül kimi sever güzel [o]3 imiş
Sen Hak’tan dileğin al kara gözlüm
Dörtlükte yukarıdaki yazılış dikka-
te alındığında 1. ve 2. dizedeki soy ve boy
kelimelerindeki “o” ve “y” sesleriyle tam
kafiye yapılmış 3. dizede kafiye “imiş”
redifine emanet edilmiştir. Bir başka gö-
rüş açısıyla ilk iki dize arasında tam ka-
fiye vardır. 3. dizenin kafiyesi bozuktur
denilebilir. Buradaki kafiye kusurunun
Millî Folklor, 2008, Y›l 20, Say› 78
http://www.millifolklor.com 59
Türkçemizin imla kurallarıyla ilgili ol-
duğunu söylemek yanlış olmaz. Şöyle ki,
Seyrânî büyük bir ihtimalle şiirini söy-
lerken “soyumuş”, “boyumuş” ve “oyu-
muş” şeklinde okumuştur. Eğer yazıya
geçirilirken bu şekilde, söyleyiş özelliği
(doku) korunmuş olsaydı şiirin kafiyesi
“o” ve “y” sesleriyle tam olarak karşımıza
çıkar “umuş” da redif olurdu. Ne yazık
ki böyle bir tasarrufta bulunamıyoruz.
Burada akla bir soru geliyor: Acaba halk
şiirinde kafiyeden hareketle metin tami-
rine gidebilir miyiz? Gidersek sınır ola-
rak nerede duracağız?
Yukarıda dile getirmeye çalıştığımız
kafiye konusundaki problemlerin kayna-
ğına ilişkin söylediklerimizi göz önünde
tutarak şimdi çözüm konusundaki öneri-
lerimize geçebiliriz. Çözüm önerileri di-
yoruz çünkü halk şiirinde kullanılan ka-
fiyenin Divan şiirinde kullanılan kafiye
gibi oturmuş, kesin kurallara bağlanmış
ve geçmiş dönemlerde yazıya geçirilmiş
bir kaynağı yoktur. Bilebildiğimiz kada-
rıyla en eski yazı Fuat Köprülü (1926) ve
Ahmet Talat Onay (1928)’a aittir ve 20.
yüzyılın başlarında kaleme alınmıştır.
Çözüm Önerileri:
Tanımlar:
Bir şiirin en az iki dizesinde anlam-
ca ayrı, sesçe birbirine uyan iki sözcük
arasındaki ses benzerliğine dayanan
ahenge kafiye denir. Birbirine benzeyen
seslerin sayılarına göre; yarım, tam, zen-
gin, tunç4 ve cinas olmak üzere beş çeşit
kafiye türü vardır.
Tek ses benzerliğine dayanan kafiye
çeşidine yarım; iki ses benzerliği veya
uzun ünlüler (â, û ve î) ile yapılan kafiye
çeşidine tam; ikiden fazla ses benzerliği
veya bir uzun ünlü bir ünsüzle oluşturu-
lan kafiye çeşidine zengin; zengin ka-
fiyeyi oluşturan ses benzerliğinin üçten
fazla olması durumunda, kelimelerden
biri, genellikle diğerini içine alır, bu tür
kafiye çeşidine tunç; ses bakımından
aynı, anlamları farklı olan kelime veya
kelime gruplarıyla oluşturulan kafiye
çeşidine ise cinaslı5 kafiye denir.
Bir şiirdeki kafiyeleri tespit etmek
için ilk önce o şiirin nazım şeklinin bi-
linmesi; buna göre tüm dizelerin küçük
harflerle maddelendirilmesi gerekir.
Böylelikle hangi dizeler arasında kafi-
ye aranacağı belirlenmiş olur. Kafiyeyi
oluşturan sesleri tespit için en az iki dize
sonundaki benzer kelimelerin sonundan
başlamak gerekir. Kafiye aranan keli-
melerde aynı imla, görev ve manada olan
ek, kelime veya kelime grubu varsa bun-
lar redif olarak alınır ve bu tip ek, ke-
lime veya kelime grubundan önce gelen
kelimelerde ortak sesler –yani kafiyeyi
oluşturan sesler- tespit edilir. Gerekirse
dize başına kadar gidilir. Bulunan / ben-
zeşen seslerin sayılarına göre kafiyenin
çeşidi (yarım, tam, zengin, cinas ve tunç)
belirlenir.
Yukarıda teknik hususlara ilişkin
sıraladığımız problemlerle ilgili çözüm
önerilerimize geçebiliriz. Çözümlemele-
rimizde kafiye olan sesler kalın (bold),
redif olan ek, kelime veya kelime grupla-
rı eğik (italik) olarak dizilmiştir.
a- “a, e, ı, i, u, ü” kısa ünlülerle oluş-
turulan ses benzerlikleri kafiye sayılır
mı?
Kısa ünlüler ile ilgili problemler,
birçok araştırıcının yarım kafiyeyi “tek
ünsüz benzeşmesi” olarak tanımlamala-
rından kaynaklanmaktadır (Ertem 1982:
88-99; Dilçin 1995: 86; Rayman 1996:
28)6. Bu konuda Cem Dilçin, Yarım
uyak bir tek ünsüz benzeşmesine dayan-
dığından, Türkçe sözcüklerde bir tek kısa
ünlü benzerliğiyle yapılan uyaklar da bu
bölüğe girebilir. Bu uyaklar genellikle “u”
ünlüsüyle yapılmıştır (1995: 88)” diyerek
kısa ünlü benzerliğini de yarım kafiye ile
ilgili kısma almıştır. Kafiye bir ses olayı
olduğuna göre, ünsüz benzeşince kabul
edilen uyumun ünlüler için de geçerli
olması gerekir. Kısa ünlülerin kalınlık-
incelik ve genişlik-darlık özellikleri ile
Millî Folklor, 2008, Y›l 20, Say› 78
60 http://www.millifolklor.com
Türkçe’nin ses ve hece yapısına uygun
olarak “a-e”, “ı-i”, “o-ö”, “ı-u” ve “u-ü” ün-
lüleri arasında kafiye oluşturabilmeliyiz.
Tek ses benzerliği söz konusu olduğu için
de çeşit olarak yarım kafiye kabul etme-
liyiz (Yardımcı 2002: 697-717).
Dinle nasihatım ne diyom sana a
Bu da bir öğüttür zannetme çene a
Çalışmayla verse verirdi bana a
Bu köşkü sarayı sana kim verdi b
(Âşık Ruhsatî, Kaya 1999: 181)
Bu dörtlükte “sana”, “çene” ve
“bana” kelimeleri arasında kafiye bul-
mak durumundayız. Sondan başa doğ-
ru benzeşen iki ses var: a/e ve n. “Çene”
kelimesindeki son ses olan “e” kelimenin
köküne ait olmasaydı, bu sesten önce
gelen “n” sesi kafiyeyi oluşturacaktı. Di-
ğer iki kelimeyi “çene” kelimesine göre
değerlendirmek durumunda olduğumuz
için yukarıda söylediklerimizi de dikkate
alarak burada “a” ve “e” sesleri arasında
kafiye var diyebiliyoruz. Ayrıca bu tür
yapılar için “e” ve “a” ünlülerinden önce
gelen ve benzeşen “n” ünsüzünü de da-
hil edip kafiye çeşidini tam kafiye olarak
söylemek gerekir. Aynı durum aşağıya
aldığımız dörtlük için de geçerlidir.
Babanı katma saya
Özün benzettim aya
Kendi eştiğin kuyuya
Düşesin Seyit Efendi
(Âşık Ruhsatî, Kaya 1999: 180)
b- “â, î, û” ünlüleri ile tam kafiye
oluşturulduğunda bu ünlülerden önce
veya sonra gelen ünsüzlerle ses benzerliği
olan yerlerde kafiye çeşidi tam kafiye mi
yoksa zengin kafiye mi kabul edilecek?
Bir uzun ünlü ile oluşan kafiye çe-
şidi “tam” olarak adlandırıldığına göre
bir ünsüz bir uzun ünlü ile oluşturulan
kafiye çeşidine de “zengin” denmeli ve
ünsüzün, ünlüye göre öncelik ve sonralık
sırasına bakılmamalıdır.
Gevherî’yim bıktım cevr ü cedan
Bir eser görmedim zevk u sadan
Ferâgat gelürdüm şol bî-vedan
Adûlara nisbet bana âr gelir
(Gevherî, Elçin 1987: 38)
Yâr destine almış tîr ü kemânı
Vücûdum boyuna attı nişânı
Gördüm âşıklardan tutmuş cihânı
Efgan sesi giryan sesi zâr sesi
(Gevherî, Elçin 1987: 40)
Gevherî’den alınan birinci dörtlükte
uzun ünlü, ünsüzden sonra; ikinci dört-
lükte, ünsüzden önce gelmektedir. Bu
haliyle iki dörtlükte de bir uzun ünlü bir
ünsüz benzeşmesine dayanan uyum söz
konusudur.
c- Çıkış yerleri ve çıkış biçimlerine
göre birbirine yakın ünsüzleri kafiyeli
kabul edecek miyiz?
Bu konuda araştırıcılar, çıkış yerleri
ve çıkış biçimlerine göre birbirine yakın
ünsüzlerle kafiye yapılabileceği konu-
sunda çoğunlukla birleşmekteler (Ertem
1982: 88-99; Dilçin 1995: 86; Yardımcı
2002: 697-717; Çobanoğlu 2004: 11-15).
Bu tür yapılar için Saim Sakaoğlu “za-
yıf kafiye” veya “eksik kafiye” (1999:
99-105), Doğan Kaya ise “çeyrek kafiye”
(2003: 66) gibi terimleri öneriyor.
Mehmet Yardımcı ise, “Çıkakları
yakın olan sessiz harfler de uyak olarak
kullanılır. Bu da yarım uyak oluşturur.
Bu sesler: c-ç; ç-ş; l-r; l-n; ğ-y-v; z-s; m-
n’dir. Bunlar sedalı-sedasız çiftler ya da
çıkış yerleri yakın olan seslerdir. C sesi-
nin sedalısı ç’dir. N ve l sesi diş sesidir. R
ise diş etinde oluşur. Uyak oluşturabilen
bu üç ses de sedalıdır. Bunlar yanlarına
bir ünlü harf alırsa tam uyak olur. İkiden
fazla ses olursa bu durumda zengin uyak
sayılır” diyerek “c-ç” sesleriyle oluşturul-
duğunu söylediği kafiyeye şu dörtlükleri
örnek verir ve “birincisinde zengin uyak,
ikincisinde ise yarım uyak bulunmakta-
dır (2002: 697-717)” açıklamasını getirir.
Söz konusu dörtlükler aşağıdaki şekilde
dizilmiştir:
Millî Folklor, 2008, Y›l 20, Say› 78
http://www.millifolklor.com 61
Açar solar türlü çiçek
Kim gülmüş kim gülecek
Murat yalan ölüm gerçek
Dostlar beni hatırlasın
(Âşık Veysel)
***
Emrah şahin aldı elden laçını
Yel esdikçe döker bele saçını
Arzuhal eyledim visal bacını
İnci dişlerini dizmeğe durdu
(Ercişli Emrah)
Birinci dörtlükteki “çiçek”, “gülecek”
ve “gerçek” kelimeleri arasındaki kafiye
çeşidi bize göre zengin değil tam uyaktır.
Yukarıda da söylemeye çalıştığımız gibi
kafiye olacak sesleri kelimenin sonun-
dan başına doğru giderek aradığımızda
“k” ve “e” sesleriyle kafiye sağlanmış.
Üstelik tam kafiye oluşmuş, bu iki sese
bir de çıkak yerleri aynı diye “c” ve “ç”
seslerini ekleyip kafiye çeşidini zengin
olarak almak ne derece doğrudur? Bu
konuda bir uzlaşmaya varmak gerekir.
İkinci örnekte ise kafiyeyi oluşturan ses/
sesler bize göre “ç” ve “c” değildir. Bura-
da “laçın” kelimesi sadece “-ı” belirtme
ekini almıştır. “Saçını” ve “bacını” keli-
melerinde ise sırasıyla iyelik, yardım-
cı ses ve belirtme eki bulunmaktadır;
yani ilk dizenin sonundaki kelimenin
yalın hâli “laçın”, diğerlerinin ise “saç”
ve “bac/baç”tır. Bu haliyle kafiye olacak
sesler belirtme ekinden önce gelen “ın”
seslerinden oluşmaktadır. Çünkü “laçın
(=doğan)” kelimesindeki “ın” ek değil,
kelimenin kökünde bulunmaktadır.
Efrasyap Gemalmaz’ın “Türkçe’nin
Fonemler Düzeni ve Bu Fonemler Düze-
ninin İşleyişi” adlı çalışmasından hare-
ketle “p-b”, “f-v”, “t-d”, “s-z”, “ç-c”, “r-l”,
“k-g”, “ş-ç”, “n-m”, “l-m” “l-n” ve “ş-(j)/c”
ünsüzleri arasında kafiye oluşturabiliriz
(Gemalmaz 1980: 3-36)7.
Burada yine de geleneği ihmal et-
memek, âşıklarımızın ağırlıklı olarak
hangi seslerle kafiye oluşturmaya çalış-
tıklarına da dikkatle eğilmek gerekiyor.
Çünkü âşıklarımızın redifi özellikle ih-
mal etmediğini görüyoruz. Rediften önce
gelen seslerde mutlaka birbirine yakın-
lık, uyumluluk söz konusudur. Bu hu-
susu dikkate almazsak şiirlerde kafiye
yoktur kolaycılığına kaçmış oluruz.
Karaca Oğlan’ın aşağıya aldığımız
dörtlüğünde “ver sen bana” redif grubun-
dan önce gelen “l” ve “r”; Dadaloğlu’na ait
dörtlükte “ş” ve “ç” mani de ise “n” ve “m”
sesleri arasında kafiye söz konusudur.
Kadir Mevlâm bir dileğim var sana
Kaldır dalgaların sel ver sen bana
Yüz elli keselik malım olsa da
Gönül eğleyecek yâr ver sen bana
(Karaca Oğlan, Öztelli 1972: 57)
Dadaloğlu’m der oradan geçerse
Elbeyli Avşar’dan yolun aşarsa
Akan kanlı Murad köpük saçarsa
Sait Battal gibi er var önünde
(Dadaloğlu, Öztelli 1974: 181)
Hana vardım han değil
Penceresi cam değil
Bu gün ben yâri gördüm
Ölürsem de gam değil
d- Çift ünsüzle biten kelimelerdeki
sesler tam kafiye sayılacak mı?
Bu konudaki tereddütler de kafiye
tanımlarından kaynaklanmaktadır. Bir-
çok araştırıcı tam kafiyeyi “bir ünlü bir
ünsüz benzerliği” olarak ele almaktadır
(Ertem 1982: 88-99; Dilçin 1995: 87; Ray-
man 1996: 28; Çobanoğlu 2004: 11-15)8.
Türkçe’de üç veya dört sesten oluşan tek
heceli kelimeler mevcuttur. “Türk, kırk,
kürk, börk üst, dert, sert, dost, yurt, art”
gibi tek heceli kelimelerle kafiye oluşa-
bilir, bu da tam kafiye sayılmalıdır. Aşa-
ğıdaki birinci dörtlükte “r” ve “d” ikinci
dörtlükte “s” ve “t” sesleriyle tam kafiye
oluşturulmuştur.
Şükür tanıdın yurdunu
Unutmamışsın ardını
Ruhsat ne bilsin derdini
Safa geldin hacı baba
(Âşık Ruhsatî, Kaya 1999: 83)
Millî Folklor, 2008, Y›l 20, Say› 78
62 http://www.millifolklor.com
Arap at üstünde kaldı postumuz
Ikrardan döndü mü ola dostumuz
Yarın bir gün kara toprak üstümüz
Çürüdür hey Benli Suna’m çürüdür
(Karaca Oğlan, Öztelli 1972: 218)
e- Kafiye yalnızca dize sonlarında
mı aranacak?
Bu konuda söylenecek fazla bir şey
yok. Kafiye tanımlarından kaynaklanan
bir problem olarak karşımıza çıkıyor9.
Örnek kafiye çözümlemelerimizde de
görüleceği üzere kafiyeyi oluşturan ses-
lerin dize içerisinde kesin bir yeri yok-
tur. Dize başındaki kelimede de kafiye
oluşturulabilir. Kafiyenin dize başındaki
kelimede ortaya çıkması genelde koşma-
ların ilk dörtlüklerinde karşılaşılan bir
husus olup doğrudan Âşık Edebiyatında-
ki “ayak” konusuyla ilgilidir.
Ala gözlerini sevdiğim dilber
Gel kara zülfüne kullar olayım
Ak memeler domur domur terlemiş
Sil kara zülfüne kullar olayım
(Karaca Oğlan, Öztelli 1972: 120)
Bir dörtlükte birden fazla kafiyenin
bulunabileceği de dikkate alındığında
kafiyenin dize sonunda bulunması gibi
bir zorunluluk olmadığı ortaya çıkar.
Aşağıya aldığımız Tanrıkulu, Taş-
lıova ve Çobanoğlu üçlü atışmasında bir
dizede üç kafiye bir arada kullanılmıştır.
Kafiye çeşidi olarak da zengin, tam ve
yarım kafiye bulunmaktadır.
Tanrıkulu
Bir sevdayla feryat eder bu gönül
Dudak kurur yüz dertlenir dil söyler
Arı çiçek çiçek gezer dolanır
Budak kurur öz dertlenir bal söyler
Taşlıova
Bir sofraya el uzattık beraber
Bardak kurur kız dertlenir hal söyler
Bir yay[l]ada çadır kurdum dostumla
Çardak kurur düz dertlenir bol söyler
Çobanoğlu
Bu nasıl hizmettir geldin araya
Parmak kurur az dertlenir kol söyler
Sen beraber biçtin bu tarlayı
Orak kurur haz dertlenir el söyler
(Kaya 2000: 173)
Doğan Kaya, bu tür çok kafiyeli şiir-
lerde karşımıza çıkan “kafiyeden önce ge-
len ve redifin tanımına uyan kelime veya
kelime grubu redif sayılmaz (Kaya 2000:
173)” açıklamasını getirmektedir.
Redifin şiirdeki yeri konusunda
farklı bir görüş ortaya koyan Mehmet
Yardımcı “Âşık şiirinde yaş destanları,
elifnameler, şairnameler, dedim-dedi
tarzı söyleyişler uyak konusu açısın-
dan ilginç örnekler sergilemektedir.
Reyhanî’nin.
Dedim bahçe dedi benem
Dedim gül ver dedi olmaz
Dedim arı dedi benem
Dedim bal ver dedi olmaz
Dörtlüğünde dedim sözcükleri re-
dif olup redif tanımını allak bullak et-
mektedir (2002: 697-717) der. Mehmet
Yardımcı’nın iddia ettiği gibi burada
redifi oluşturan sadece “dedim”, “dedi”
kelimeleri değildir. Dörtlük şu şekilde
anlaşılmalıdır: Birinci ile üçüncü dizede
“dedi benem”, ikinci ve dördüncü dizede
“ver dedi olmaz” redif durumundadır.
İkinci ve dördüncü dizede “l” sesiyle ka-
fiye oluşturulmuş birinci ile üçüncü dize-
de ise ahenk redife emanet edilmiştir.
Dedim bahçe dedi benem a
Dedim gül ver dedi olmaz b
Dedim arı dedi benem a
Dedim bal ver dedi olmaz b
Aşağıdaki dörtlüğü de Mehmet Yar-
dımcı, redifin kafiyeden önce geldiğini
delillendirmek için kullanmıştır. (Redif
ve kafiyeleri kalın puntolarla göstermiş-
tir.)
Dedim inci nedir dedi dişimdir
Dedim kalem nedir dedi kaşımdır
Dedim on beş nedir dedi yaşımdır
Dedim on altıdır dedi ki yok yok
Bu dörtlükte redif “-imdir/-ımdır”
şeklinde karşımıza çıkan eklerdir. Ka-
Millî Folklor, 2008, Y›l 20, Say› 78
http://www.millifolklor.com 63
fiye ise Yardımcı’nın gösterdiği şekliyle
“diş”, kaş” ve “yaş” kelimelerinde ortak
olan “ş” sesidir. Doğan Kaya’nın yukarı-
da kafiyeden önce gelen ve redifin tanı-
mına uyan kelime veya kelime grubu re-
dif sayılmaz (Kaya 2000: 173)” çıkarımı
burada geçerli olur.
f-Kafiyenin olmadığı yerlerde redif
tanımına uyan ek, kelime ve kelime grup-
ları redif olarak kabul edilecek mi? Yoksa
bu tür kullanımlar için Banarlı’nın öner-
diği “redifli kafiye” veya Doğan Kaya’nın
önerdiği “sözde redif” terimini mi kulla-
nacağız? Yahut bu dizeler için kafiyesi
bozuk mu demeliyiz?
Buradaki sıkıntı, redif tanımların-
daki10 genellikle kafiyeden sonra gelen
ek, kelime veya kelime grubu ifadesin-
deki “genellikle” ibaresinin ihmal edilip
“redifin var olabilmesi için mutlaka ka-
fiyenin var olması gerekir (Kaya 2003:
70)” şartının öne sürülmesinden kaynak-
lanmaktadır. İncelediğimiz örneklerde
kafiye bulunmayan yerlerde redifin kul-
lanıldığını görüyoruz.
Karaca Oğlan’ın aşağıya aldığımız
dörtlüğünün ikinci ve dördüncü dizele-
rinde “bir gelin” redif olarak kullanılmış
ama rediften önce gelen kelimelerde ka-
fiye oluşturacak sesler bulunmamakta-
dır:
Yücesine çıktım seyran eyledim a
Güzeller içinde gördüm bir gelin b
Nesin medhedeyim böyle dilberin c
Başı ibrim ibrim telli bir gelin b
(Öztelli 1972: 167)
Aşağıdaki dörtlükte de “-dukça, -
tikçe,-dükçe” zarf-fiil eki redif olarak
kullanılmıştır. Eklerin getirildiği kelime
köklerinde (ol-, geç-, gör-) ise benzer ses-
ler bulunmamaktadır.
Ah eyleyip ağla ömrün oldukça
İntikam al fırsat ele geçtikçe
Varıp rakib ile yâri gördükçe
Var karalar bağla divâne gönül
(Onay 1996: 107)
Yukarıda halk şiirinde kafiye oluşa-
bilmesi için kulakta az çok aynı ahengi/
sedayı bırakan seslerle kafiye oluşturu-
labileceğinin örneklerini gösterdik. Bu
tür şiirlerde şair, kafiyeyi, redifin sağla-
dığı sese emanet etmiştir. “Bu durumda
kafiyenin işlevini de redif üstlenmiş olur
(Çobanoğlu 2004: 12)”. Zaman zaman
Divan şairleri de bu yola tevessül etmiş-
lerdir (Macit 1996: 84)11. Bu tür örnekler
için kafiyesi bozuk, ahenk redif ile sağ-
lanmıştır demek yerinde olur. Burada
ayrıca şunu da söylemek gerekir. Yu-
karıda kafiye olmadan sadece rediflerle
ahengin sağlanabileceğini göstermeye
çalıştık. Aynı şekilde bazen âşıklarımı-
zın redif kullanmadan sadece kafiye ile
de ahengi sağladıkları görülmektedir
(Kaya 2000: 36). M. Fatih Köksal’ın “Di-
van Şiirinin “Garîb”leri-III: Kafiyeler…
Kafiyeler (2004: 22-24)” başlıklı maka-
lesinde Divan şairlerinin de alışılmı-
şın dışında kafiye kullanma eğiliminde
olduklarını, bazen redif kullanmadan
“zü’l-kafiyeteyn” adı verilen bir kafiye
çeşidi geliştirdiklerini görüyoruz12.
Örnek Kafiye Çalışmaları:
Problemli olduğunu düşündüğü-
müz şiirler üzerinde, kafiyeleri yukarı-
da verdiğimiz bilgilere dayanarak gös-
termeye çalışacağız. Kafiye olan sesleri
koyu (bold), redifleri eğik (italik) olarak
dizdik. Tartışmalı örneklerde gerekçe-
lerimizi şiirlerin altında verdik. Ayrıca
kafiye çeşitlerini kısaltmalarla; y.k. (ya-
rım kafiye), t.k. (tam kafiye), z.k. (zengin
kafiye), c.k. (cinaslı kafiye), tnç.k. (tunç
kafiye) ve k.b. (kafiyesi bozuk) şeklinde
gösterdik.
-1-
Teşrifin mübarek olsun a
Safa geldin hacı baba b (ayak13)
Buyurun sadr-ı bâlâya c
Safa geldin hacı baba b (ayak14)
Millî Folklor, 2008, Y›l 20, Say› 78
64 http://www.millifolklor.com
Donun yuyup beylendin mi d “le” t.k.
Mihman olup dinlendin mi d “le” t.k.
Medine’de eğlendin mi d “le” t.k.
Safa geldin hacı baba b (ayak)
Nârımdan haberin var mı e “âr” z.k.
Zârımdan haberin var mı e “âr” z.k.
Yârımdan haberin var mı e “âr” z.k.
Safa geldin hacı baba b (ayak)
Şükür tanıdın yurdunu f “rd” t.k.
Unutmamışsın ardını f “rd” t.k.
Ruhsat ne bilsin derdini f “rd” t.k.
Safa geldin hacı baba b (ayak)
(Âşık Ruhsatî, Kaya 1999: 83)
Açıklama: Birinci dörtlüğün ikinci
dizesinde bulunan ve her dörtlüğün son
dizesinde tekrar edilen mısra ayaktır.
2. dörtlükte “eğlendin” ve “dinlendin”
kelimelerinde “le” eki kelime gövdesine
dahildir. “beylendin” kelimesinde ise “le”
isimden fiil yapan ek durumundadır. Bu
haliyle eklerin fonksiyonu değiştiği için
“l” ve “e” sesleri tam kafiye olarak alınır.
3. dörtlükte kafiye olan sesler “â” ve “r”
dizelerin ilk kelimelerinde bulunmakta-
dır. Bir uzun ünlü bir ünsüz benzeştiği
için zengin kafiye olur. Son dörtlükte ise
iki ünsüzle (r ve d) kafiye oluşturulmuş-
tur.
-2-
Bir adam hasmını utandıramaz a “an” t.k.
Elde külliyetli var olmayınca b(ayak: ar+olmayınca)
Pervane şem’ini uyandıramaz a “an” t.k.
Başta sevda kalpte nâr olmayınca b (ayak: âr+olmayınca)
Nice mertler durur mert ülkesinde c “e” y.k.
Adam heveslenir eğlenmesinde c “e” y.k.
Diyar-ı gurbetin çar köşesinde c “e” y.k.
Eğleşilmez kisb ü kâr olmayınca b (ayak: âr+olmayınca)
Karac’oğlan der ki sözün bilmişi d “işi” z.k. (tnç.k.)
Tedbirle görülür dünyanın işi d “işi” z.k. (tnç.k.)
Ne etsin neylesin âlemde kişi d “işi” z.k. (tnç.k.)
Felek Mustafa’ya yâr olmayınca b (ayak: âr+olmayınca)
(Karaca Oğlan, Öztelli 1972: 49)
Açıklama: Birinci dörtlüğün ikinci
dizesinde başlayan ve her dörtlüğün son
dizesinde tekrarlanan “âr+olmayınca”
ayaktır. Yine birinci dörtlükte “utan-”
ve “uyan-” kelimelerinin kökündeki “an”
tam kafiye “-dıramaz”lar ise rediftir.
İkinci dörtlükte “ülke” ve “köşe” kelime-
leri gövde halinde isimdir. “Eğlenme”
kelimesi de “-me” mastar eki ile isim
durumuna gelir. Bu haliyle “ülke, köşe
ve eğlenme” kelimelerinde ortak olan “e”
sesi yarım kafiye, kafiyeden sonra gelen
“-sinde” yazılışları ve fonksiyonları aynı
olduğu için redif olur. Son dörtlükte “bil-
mişi ve işi” kelimelerinin sonunda bulu-
nan “i” iyelik ekidir. “Kişi” kelimesinin
sonunda bulunan “i” ise kelimenin göv-
desine dahildir. Kafiye “kişi” kelimesine
göre alınacağı için üç ses (işi) benzeşme-
sine dayanan bir zengin kafiye söz konu-
sudur. “İşi” kelimesi diğer iki kelimenin
(bilmişi ve kişi) içinde geçtiği için tunç
kafiye de oluşmuş olur. Bu dörtlük için
kafiye + redif birlikteliğinden söz edile-
mez.
-3-
Ayrılık bâdesin tatlı mı sandın a
Ne tez tebdil olmuş çimenin dağlar b (ayak: en+in dağlar)
Bu güzellik geçer sana da kalmaz c
Daha neye bağlı gümanın dağlar b (ayak: an+ın dağlar)
Nice güzellerden alırsın bacı d “acı” z.k. (tnç. k.)
Al yeşil renklerden giyersin tacı d “acı” z.k. (tnç. k.)
Yârden ayrılması zehirden acı d “acı” z.k. (tnç. k.)
Bu yüzden gitmiyor dumanın dağlar b (ayak: an+ın dağlar)
Gece gündüz yalvarmışım Sübhan’a e “a” y.k.
Bir dem vuslat bulamadım sunama e “a” y.k.
Daha şimden geri beni kınama e “a” y.k.
Semaya erişmiş figanın dağlar b (ayak: an+ın dağlar)
Meslek gibi karaları bağlarsın f “ağla” z.k. (tnç. k.)
Aşkın ateşiyle yürek dağlarsın f “ağla” z.k. (tnç. k.)
Benim ahvalime sen de ağlarsın f “ağla” z.k. (tnç. k.)
Var ise zerrece imanın dağlar b (ayak: an+ın dağlar)
(Âşık Meslekî, İzahlı Halk Şiiri Antolojisi, s. 193)
Açıklama: 2. dörtlükte üç ses ben-
zerliğine dayanan zengin kafiye söz ko-
nusudur. “acı” kelimesi “tacı” ve “bacı”
kelimelerinin içinde aynen yer aldığı
için tunç kafiye oluşur. 3. dörtlükte
“Sübhan’a” ve “sunama” kelimelerinde
“a” sesi yönelme ekidir. “kınama” keli-
mesinin son eki “ma” ise fiilden isim ya-
pan ektir. Bu haliyle redif bozulmakta ve
Millî Folklor, 2008, Y›l 20, Say› 78
http://www.millifolklor.com 65
kafiye “a” sesiyle sağlanmaktadır. Son
dörtlükte ilk bakışta “bağ, dağ ve ağ” ke-
limeleri arasında tam kafiye varmış gibi
görünmektedir. Kelimelerin yapısını
incelediğimizde “bağlarsın” kelimesinin
kökünün “bağ”, “dağlarsın” kelimesinin
kökünün “dağ” olduğu fakat “ağlarsın”
kelimesinin “ağ” kökünden gelmediği
“ağla-” şeklinde olduğu görülmektedir.
Bu haliyle kafiye çeşidi dört ses benzer-
liğine dayandığı için zengin olur. Ayrıca
“ağlarsın” kelimesi diğer iki kelimenin
içinde yer aldığı için tunç kafiye de oluş-
muş olur.
-4-
Dinle sana bir nasihat edeyim a
Hatırdan gönülden geçici olma b (ayak: ç+ici olma)
Yiğidin başına bir iş gelince c
Anı yad ellere açıcı olma b (ayak: ç+ici olma)
Mecliste arif ol kelâmı dinle d “le” t.k.
El iki söylerse sen birin söyle d “le” t.k.
Elinden geldikçe sen eylik eyle d “le” t.k.
Hatıra dokunup yıkıcı olma b (ayak: k+ıcı olma)
Dokunur hatıra kendisin bilmez e “l” y.k.
Asılzâdelerden hiç kemlik gelmez e “l” y.k.
Sen eyilik et de o zâyi olmaz e “l” y.k.
Darılıp da başa kakıcı olma b (ayak: k+ıcı olma)
El âriftir yoklar senin bendini f “endi” z.k.
Dağıtırlar duzağını fendini f “endi” z.k.
Alçaklarda otur gözet kendini f “endi” z.k.
Katı yükseklerden uçucu olma b (ayak: ç+ucu olma)
Muradım nasihat bunda söylemek g “emek” z. k. (tnç. k.)
Size lâyık olan onu dinlemek g “emek” z. k. (tnç. k.)
Sev seni seveni zay’etme emek g “emek” z. k. (tnç. k.)
Sevenin sözünden geçici olma b (ayak: ç+ici olma)
Karac’Oğlan söyler sözün başarır h “r” y.k.
Aşkın deryasını boydan aşırır h “r” y.k.
Seni bir mecliste hacil düşürür h “r” y.k.
Kötülerle konup göçücü olma b (ayak: ç+ücü olma)
(Karaca Oğlan, Sakaoğlu 2004: 389)
Açıklama: Birinci ve üçüncü dört-
lüklerde açıklama getirilecek bir durum
yoktur. İkinci dörtlükte kafiyeyi oluş-
turan “l” ve “e” sesleri “dinle” kelimesi-
nin gövdesine dahil olduğu için yani ek
olmağı için diğer dizedeki seslerle kafi-
yeli olarak aldık. Dördüncü dörtlükte
“bend”, “fend” ve “kendi” kelimeleri kök
durumundadır. Birinci ve ikinci kelime-
de bulunan “-in-” eki ikinci teklik şahıs
iyelik ekidir. Kendi kelimesinde ise iye-
lik sadece “-n-” eki ile sağlanmıştır. Bu
yüzden “ni” redif alınmış, “endi” kafiye
olarak kabul edilmiştir. Beşinci dörtlük-
te üçüncü dizede bulunan “emek” gövde
halinde bulunduğu için diğer iki dizeyle
zengin kafiye oluşturmuştur. Aynı za-
manda “emek” kelimesi” “söylemek” ve
“dinlemek” kelimelerinin içinde aynen
geçtiği için “tunç” kafiye olarak da isim-
lendirilir. Bu dörtlükte de kafiye+redif
birlikteliğinden söz edemeyiz. Son dört-
lükteki kafiye çeşidinin belirlenmesin-
de kişinin ek-kök bilgisi ön plana çıkar.
Aslında burada Karaca Oğlan “başarır”,
“aşırır”, “düşürür” kelimelerini bir arada
kullanırken “-ırır”, “-arır”, “-ürür”ü redif
olarak, kelimelerin köklerinde olan “ş”
seslerini de kafiye olarak kullanmıştır
diye düşünebiliriz. Aşığın muradını böyle
kabul etsek de yukarıda verdiğimiz kafi-
ye tanımına sadık kalıp kafiye bulunan
kelimelerin yapısını incelememiz gereki-
yor. “Başarır” kelimesinin kökü: “başar-
”, “-ır” ise geniş zaman ekidir. “aşırır”
kelimesinin kökü: “aş-”, “-ır-” fiilden fiil
yapım eki “-ır” ise geniş zaman ekidir.
“düşürür” kelimesi de “aşırır” kelimesi
ile aynı yapıdadır. Burada kafiye ilk ke-
limeye göre alınmak durumundadır.
Sonuç olarak halk şiirimizin sözlü
olarak yaratıldığı, sözlü olarak göste-
rime girdiği ve hafızalarda saklanmak
suretiyle korunduğu her zaman dikkate
alınmak durumundadır. Bin yılı aşkın
bir süredir hayatiyetini sürdüren halk
şiirimizin geleneği oluşmuştur. Referans
kaynaklarımız ile görüşlerimizi okuyan-
lar, aslında kafiye konusunda yeni ku-
rallar getirilecek bir durum olmadığını
göreceklerdir. Kafiye konusunda çalı-
şanların bu işi ciddiye almaları ve kay-
nak kullanımında özenli davranmaları
birçok sorunu ortadan kaldıracaktır.
Millî Folklor, 2008, Y›l 20, Say› 78
66 http://www.millifolklor.com
NOTLAR
1 Hacim itibariyle mani ve koşmadan ayrılan
destanın kafiye şeması koşma ile aynıdır.
2 Burada sözlü ve yazılı kültür kavramları
ile bu bağlamda hitabet (retorik) sanatına ilişkin
Ong’un söyledikleri son derece önemlidir: “… Ancak
hitabetin bir parçası olarak incelenen söylevlerin
–ya da diğer sözlü edimlerin- söylev olması pek
mümkün değildi; çünkü söylev sözlüydü ve “söylen-
dikten” sonra geriye incelenecek bir şey kalmıyordu.
Bu nedenle “inceleme” konusu, ancak söylevlerin
yazılı metni olabilirdi ki bu da söylev ya da konuş-
ma yapıldıktan sonra, çoğunlukla da çok sonra ya-
zılıyordu. Kısacası, sözlü hazırlanan konuşmalarda
da inceleme konusu, söylevin kendisi değil, yazıya
dökülen metniydi (Ong 1999: 22)”.
3 Köşeli parantez içindeki eklemeler tarafı-
mızdan yapılmıştır.
4 Bu tür (tunç) kafiyeyi ayrı bir kafiye olarak
almaktansa zengin kafiyenin bir çeşidi olarak dü-
şünmek daha doğrudur. Birçok kaynak da tunç kafi-
yeyi zengin kafiye içerisinde yukarıda tanımlamaya
çalıştığımız şekilde vermektedir. Bkz.: Dilçin 1995:
86-90; Rayman 1996: 28; Kaya 2003: 66; Çobanoğlu
2004: 11-15.
5 Kaynaklarda cinaslı kafiye ile ilgili problem-
lere rastlanmadığını burada vurgulamak isteriz.
6 “Bir tek ünsüz benzerliğine dayanan uyaktır.
Kimi zaman çıkakları birbirine yakın olan ünsüzler-
le de yapılır (Dilçin 1995: 86)”. “Tek bir sessiz harf
benzeşmesi yolu ile yapılan kafiye şeklidir (Rayman
1996: 28)”. “Kafiye olan kelimelerde sondan tek bir
sesdeş harfin benzeşmesidir (Ertem 1982: 88-99)”.
Alıntıladığımız tanımlarda geçen; “ünsüz”, “sessiz
harf”, “sesteş harf” gibi kullanımlar kafiye çeşidinin
tespitinde birtakım problemler ortaya çıkarmakta-
dır. Kafiyenin sese dayanan bir ahenk unsuru oldu-
ğu dikkate alındığında, kafiye ile ilgili tanımlarda
“ünsüz”, “sessiz harf” ve “sesteş harf” gibi kullanım-
lar yerine sadece “ses” kelimesinin kullanılması bir-
çok problemi ortadan kaldıracaktır.
7 Bu ünsüzlerin fonem özellikleri aşağıya çı-
karılmıştır:
“p-b” ünsüzlerinin özellikleri: patlamalı-dudaklı
“f-v” ünsüzlerinin özellikleri: patlamalı-dudaklı
“t-d” ünsüzlerinin özellikleri: patlamalı-dişli
“s-z” ünsüzlerinin özellikleri: sızmalı-dişli
“ç-c” ünsüzlerinin özellikleri: patlamalı-diş etli
“r-l” ünsüzlerinin özellikleri: sızmalı-damaklı
“k-g” ünsüzlerinin özellikleri: patlamalı-damaklı
“ş-ç” ünsüzlerinin özellikleri: sızmalı-diş etli
“n-m” ünsüzlerinin özellikleri: patlamalı-genizli
“l-m” ünsüzlerinin özellikleri: patlamalı-genizli
“l-n” ünsüzlerinin özellikleri: patlamalı-genizli
“ş-(j)/c” ünsüzlerinin özellikleri: patlamalı-diş etli
(Gemalmaz 1980: 3-36).
8 “Bir ünlü ve bir ünsüzün ses benzerliğine
dayanan uyaktır. Ünsüz benzerliği olmayan ve uzun
â, uzun û ve uzun î ünlüleriyle biten Arapça ve Fars-
ça sözcüklerle yapılmış uyaklar da tam uyak sayılır
(Dilçin 1995: 87)”. “En az iki ses benzerliğine daya-
nan bir kafiye türüdür. Bir sesli veya bir sesli bir
sessiz harfle oluşur (Rayman 1996: 28)”. “Ses ben-
zerlikleri çoğunlukla bir sessizle bir sesliye dayanan
kafiyeler, tam kafiyedir (Çobanoğlu 2004: 11-15)”.
“Kafiye olan kelimelerin son harfleri arasında bir
sesli bir sesdeş olmak üzere iki harf benzeşmesidir
(Ertem 1982: 88-99)”.
9 “Mısraların sonlarında bulunan hecelerin
seslerinin birbirine benzemesine kafiye denir (Onay
1996: 21)”. “Kafiye, en az iki mısra sonundaki ses
benzerliği (Albayrak 2004: 282)”. “Mısraların son-
larında ses benzerliğini sağlayan kelimelere denir
(Tekin 1995: 317)”. “Nazımda mısra sonlarındaki ses
benzerliği (Ertem 1982: 88-99)”. “En az iki dize so-
nunda anlamca ayrı, sesçe birbirine uyan iki sözcük
arasındaki ses benzerliğidir (Dilçin 1995: 59)”.
10 “Mısra sonlarında genellikle kafiyeden
sonra gelen yazılışları ve anlamları bir, ek, kelime
veya kelime grubuna denir. Kafiye rediften önce ge-
lir (Ertem 1982: 88-99)”. “Şiirlerde mısra sonlarında
genellikle kafiyeden sonra gelen ses ve anlam bakı-
mından aynı olan ek ve kelimelerdir. Halk şiirinde
kafiye ve redif bazen dizelerin ortasına doğru ka-
yabilir (Rayman 1996: 28)”. “Kafiyeden sonra gelen
ve aynen tekrarlanan ek yahut kelimelerdir (Kaya
2003: 65)”.
11 “Şeyh Gâlib’in aşağıda üç beytini iktibas
ettiğimiz ‘hançer’ redifli gazelinde ‘eyler’, ‘yollar’ ve
‘ağlar’ kelimeleri arasındaki kafiyesizliği, redifteki
‘r’ sesi telâfi etmektedir:
Bulsa jengâr-ı hat-ı yâr ile cevher hançer
Tîğ-i ebrûya sitemkârlık eyler hançer
Yorulup kan tere batmaz mı mahabbetkârân
Adem iklîmine bir anda yollar hançer
Hun-feşân-ı sitem ü nâz değildir bi’llah
Küşte-i aşk olanın hâline ağlar hançer (Macit
1996: 84)”
12 “Bir de ‘zü’l-kafiyeteyn’ şiirler vardır. Bu
tür kafiye yapısına birçok şairde rastlamak kabildir.
Bunların müşterek özelliği, mukaffa mısraların son
kelimelerindeki son hecelerin tekrar edilmesidir. Bu
kafiye tarzı, anlamca okuyucuyu düşünmeye sevk
etmesinin yanı sıra, iyi kullanıldığında şiire ahenk
de verir. Örnek olarak - tamamında aynı sistemin
devam ettiğini hatırlatarak- Hamdullah Hamdî ve
Sarıca Kemâl (Kemâl-i Zerd) divanlarından alınmış
birer gazelden ikişer beyit gösterelim.
Ak Şemseddîn’in oğlu Hamdullah Hamdî
Divanı’ndan:
Yüzüñ medhinde bu göñlüm yazup dîvân-ı
defter ter
Gülüñ evrâkını kıldı cihân içinde ebter ter
Göñül derdüñ diyârına düşüpdür hayli müd-
detdür
N’ola bir dem sorarsan bu garîbi ey sitemger
ger Sarıca Kemâl’in aynı şekilde kafiyelenmiş bir
gazelinden:
Kılalı zülfüñ kemendi göñlüm ey dildâr dâr
Eylerem bülbül-sıfat ben ey yüzi gülzâr zâr
Vasla dermân istedüm yâr ey muşakkak didi
kim Öp elin düş ayağına yâruñuñ yalvar var
(Köksal 2004: 22-24)”
Millî Folklor, 2008, Y›l 20, Say› 78
http://www.millifolklor.com 67
13 “Âşık şiirinde genellikle ilk dörtlüğün
ikinci mısraında başlatılan bütün dörtlüklerin son
mısralarında mısra[ı]nın tamamında aynen tek-
rarlanan sözlerle yahut yarım, tam, zengin hatta
cinaslı kafiyelerle vücuda getirilen ve dörtlüklerin
mihengi durumunda olan kafiyeye denir. Ayak mıs-
raında kafiyeli söz, çoğunlukla kafiye+redif şeklinde
mısra[ı]nın herhangi bir yerinde görülür. Nadiren
de olsa mısra sonunda redif olmadan sadece kafiye-
nin bulunduğu örnekler de yok değildir (Kaya 2000:
36)”.
14 Koşmalarda ilk dörtlüğün ikinci ve son di-
zesi diğer dörtlüklerin son dizeleri olarak aynen tek-
rar edilirse bu tür ayaklara “nakarat” denir.
KAYNAKLAR
ALBAYRAK, Nurettin, (2004), Ansiklopedik
Halk Edebiyatı Terimleri Sözlüğü, Leyla ile Mecnun
Yayıncılık, İstanbul.
AYDOĞAN, Bedri, (2001), “Kaynaklarda
Uyakla İlgili Olarak Verilen Bilgilerdeki Eksiklik
ve Tutarsızlıklar ile Bunların Uyak Öğretiminde
Yarattığı Sorunlar”, Türk Kültürü, Sayı 459, Yıl
XXXIX, (2001), s. 48-57.
BANARLI, Nihad Sâmi, (1971), Resimli Türk
Edebiyatı Târihi, Cilt I, Millî Eğitim Basımevi, İs-
tanbul.
BORATAV, Pertev Naili-Halil Vedat Fıratlı,
(1943), İzahlı Halk Şiiri Antolojisi, Maarif Matba-
ası, Ankara.
BORATAV, Pertev Naili, (1988), 100 Soruda
Türk Halk Edebiyatı, Gerçek Yayınevi, İstanbul.
ÇOBANOĞLU, Özkul, (2004), “Kafiye”, Türk
Dünyası Edebiyat Kavramları ve Terimleri Ansiklo-
pedik Sözlüğü, Cilt IV, AKM Yayınları, Ankara, s.
11-15.
DİLÇİN, Cem, (1995), Örneklerle Türk Şiir
Bilgisi (Ölçüler-Uyak-Nazım Biçimleri-Söz sanatla-
rı), 3. bs., TDK Yayınları, Ankara.
EKİCİ, Metin, (1998), “Halk Bilimi Çalışmala-
rında Metin (Text), Doku (Texture), Sosyal Çevre ve
Şartlar (Konteks) İlişkisinin Önemi”, Millî Folklor,
Sayı 39, (Güz 1998), s. 25-34.
ELÇİN, Şükrü, (1987), Gevherî, Kültür ve Tu-
rizm Bakanlığı Yayınları, Ankara.
ERTEM, Rekin, (1982), “Kafiye”, Türk Dili ve
Edebiyatı Ansiklopedisi, Cilt V, Dergah Yayınları,
İstanbul, s. 88-99.
GEMALMAZ, Efrasiyap, (1980), “Türkçe’nin
Fonemler Düzeni ve Bu Fonemler Düzeninin İşleyi-
şi”, Fen-Edebiyat Fakültesi Edebiyat Bilimleri Araş-
tırma Dergisi, Sayı 12, 1. Fasikül, Atatürk Üniversi-
tesi Fen-Edebiyat Fakültesi Yayını, Ankara, s. 3-36.
ÖRKEM, İsmail, (2001), “Selçuklu’dan Cum-
huriyete: Halk Şâirlerinde Türkçe Sevgisi”, Türk
Yurdu (Türkçe’ye Saygı Özel Sayısı), Cilt 21, Sayı
162-163, (Şubat-Mart 2001), s. 155-161.
GÜNAY, Umay, (1992), Türkiye’de Âşık Tarzı
Şiir Geleneği ve Rüya Motifi, Akçağ Yayınları, An-
kara.
KASIR, Hasan Ali, (1999), Seyrânî, Kayseri
Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları, 2. bs. An-
kara.
KAYA, Doğan, (2003), Âşık Edebiyatına Giriş,
Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi Yayınları,
Bişkek.
________ (1999), Âşık Ruhsatî, Sivas Belediye-
si Kültür Yayınları, Sivas.
________ (2000), “Âşık Şiirinde Ayakla İlgili
Problemler”, Âşık Edebiyatı Araştırmaları, Kitabevi
Yayınları, İstanbul, s. 33-45.
________ (2000), “Türk Halk Şiirinde Çok Ka-
fiyeli Şiirler”, Âşık Edebiyatı Araştırmaları, Kitabe-
vi Yayınları, İstanbul, s. 139-182.
________ (2000), “Türk Halk Şiirinde Mısra
Başı Kafiyeler”, Âşık Edebiyatı Araştırmaları, Kita-
bevi Yayınları, İstanbul, s. 183-204.
KAYIPOV, Sulayman Turduyeviç, (2002),
“Sözlü Gelenekte ve Edebiyatta Metin Kavramı”,
Uluslar Arası Türk Dünyası Halk Edebiyatı Kurul-
tayı Bildirileri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara,
s. 459-465.
KÖKSAL, M. Fatih, (2004), “Divan Şiirinin
“Garîb”leri-III: Kafiyeler… Kafiyeler”, Berceste, Sayı
22, (2004), s. 22-25.
KÖPRÜLÜ, Mehmet Fuad, (1989), Edebiyat
Araştırmaları I, 3. bs., Ötüken Neşriyat, İstanbul.
Köprülüzade Mehmet Fuad, (1926), Türk Ede-
biyatı Tarihi, 1. bs., Millî Matbaa, İstanbul.
MACİT, Muhsin, (1996), Divân Şiirinde Âhenk
Unsurları, Akçağ Yayınları, Ankara.
OĞUZ, M. Öcal, (2001), Halk Şiirinde Tür, Şe-
kil ve Makam, Akçağ Yayınları, Ankara.
OĞUZ, M. Öcal vd, (2004), Türk Halk Edebi-
yatı El Kitabı, Grafiker Yayınları, Ankara.
ONAY, Ahmet Talât, (1996), Türk Halk Şiir-
lerinin Şekil ve Nev’i, (hzl., Cemal Kurnaz), Akçağ
Yayınları, Ankara.
ONG, Walter J., (1999), Sözlü ve Yazılı Kül-
tür, Sözün Teknolojileşmesi, (çev.: Sema Postacıoğlu
Banon), Metis Yayınları, İstanbul.
ÖZTELLİ, Cahit, (1972), Karaca Oğlan, -
tün Şiirleri, Milliyet Yayınları, İstanbul.
________ (1974), Üç Kahraman Şair Köroğlu,
Dadaloğlu, Kuloğlu, Milliyet Yayınları, İstanbul.
RAYMAN, Hayrettin, (1996), Karacaoğlan’ın
Şiirlerinde Ahenk, Kültür Bakanlığı Yayınları, An-
kara.
SAKAOĞLU, Saim, (1991), “Halk Edebiya-
tında Kafiye Meselesi”, IV. Uluslararası Türk Halk
Edebiyatı ve Yunus Emre Semineri Bildirileri, Kül-
tür Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 301-305.
________ (1999), “Âşık Edebiyatında Yarım
Kafiyeden Daha Zayıf Kafiye Var mıdır?”, I. Balı-
kesir Kültür Araştırmaları Sempozyumu Bildirileri,
Balıkesir, s. 99-105.
________ (2004), Karaca Oğlan, Akçağ Yayın-
ları, Ankara.
TEKİN, Arslan, (1995), Edebiyatımızda İsim-
ler ve Terimler, Ötüken Yayınları, İstanbul.
YARDIMCI, Mehmet, (2002), “Âşık Edebiya-
tında Uyak ve Yeni Bir Uyak Tanımı”, Uluslar Arası
Türk Dünyası Halk Edebiyatı Kurultayı Bildirileri,
Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 697-717.
ResearchGate has not been able to resolve any citations for this publication.
Koşmalarda ilk dörtlüğün ikinci ve son dizesi diğer dörtlüklerin son dizeleri olarak aynen tekrar edilirse bu tür ayaklara "nakarat
Koşmalarda ilk dörtlüğün ikinci ve son dizesi diğer dörtlüklerin son dizeleri olarak aynen tekrar edilirse bu tür ayaklara "nakarat" denir. KAYNAKLAR ALBAYRAK, Nurettin, (2004), Ansiklopedik
Kaynaklarda Uyakla İlgili Olarak Verilen Bilgilerdeki Eksiklik ve Tutarsızlıklar ile Bunların Uyak Öğretiminde Yarattığı Sorunlar
Halk Edebiyatı Terimleri Sözlüğü, Leyla ile Mecnun Yayıncılık, İstanbul. AYDOĞAN, Bedri, (2001), "Kaynaklarda Uyakla İlgili Olarak Verilen Bilgilerdeki Eksiklik ve Tutarsızlıklar ile Bunların Uyak Öğretiminde Yarattığı Sorunlar", Türk Kültürü, Sayı 459, Yıl XXXIX, (2001), s. 48-57.
Örneklerle Türk Şiir Bilgisi (Ölçüler-Uyak-Nazım Biçimleri-Söz sanatları), 3. bs., TDK Yayınları
  • Cem Dilçin
DİLÇİN, Cem, (1995), Örneklerle Türk Şiir Bilgisi (Ölçüler-Uyak-Nazım Biçimleri-Söz sanatları), 3. bs., TDK Yayınları, Ankara. EKİCİ, Metin, (1998), "Halk Bilimi Çalışmalarında Metin (Text), Doku (Texture), Sosyal Çevre ve Şartlar (Konteks) İlişkisinin Önemi", Millî Folklor, Sayı 39, (Güz 1998), s. 25-34.
Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Yayını, Ankara, s. 3-36. ÖRKEM, İsmail
Fonemler Düzeni ve Bu Fonemler Düzeninin İşleyişi", Fen-Edebiyat Fakültesi Edebiyat Bilimleri Araştırma Dergisi, Sayı 12, 1. Fasikül, Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Yayını, Ankara, s. 3-36. ÖRKEM, İsmail, (2001), "Selçuklu'dan Cumhuriyete: Halk Şâirlerinde Türkçe Sevgisi", Türk Yurdu (Türkçe'ye Saygı Özel Sayısı), Cilt 21, Sayı 162-163, (Şubat-Mart 2001), s. 155-161. GÜNAY, Umay, (1992), Türkiye'de Âşık Tarzı Şiir Geleneği ve Rüya Motifi, Akçağ Yayınları, Ankara. KASIR, Hasan Ali, (1999), Seyrânî, Kayseri
Türk Halk Şiirinde Çok Kafiyeli Şiirler
  • Doğan Kaya
KAYA, Doğan, (2003), Âşık Edebiyatına Giriş, Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi Yayınları, Bişkek. ________ (1999), Âşık Ruhsatî, Sivas Belediyesi Kültür Yayınları, Sivas. ________ (2000), "Âşık Şiirinde Ayakla İlgili Problemler", Âşık Edebiyatı Araştırmaları, Kitabevi Yayınları, İstanbul, s. 33-45. ________ (2000), "Türk Halk Şiirinde Çok Kafiyeli Şiirler", Âşık Edebiyatı Araştırmaları, Kitabevi Yayınları, İstanbul, s. 139-182. ________ (2000), "Türk Halk Şiirinde Mısra Başı Kafiyeler", Âşık Edebiyatı Araştırmaları, Kitabevi Yayınları, İstanbul, s. 183-204. KAYIPOV, Sulayman Turduyeviç, (2002), "Sözlü Gelenekte ve Edebiyatta Metin Kavramı", Uluslar Arası Türk Dünyası Halk Edebiyatı Kurultayı Bildirileri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 459-465.
Divan Şiirinin "Garîb"leri-III: Kafiyeler… Kafiyeler
  • M Köksal
  • Fatih
KÖKSAL, M. Fatih, (2004), "Divan Şiirinin "Garîb"leri-III: Kafiyeler… Kafiyeler", Berceste, Sayı 22, (2004), s. 22-25.
Türk Halk Edebiyatı El Kitabı, Grafiker Yayınları
  • Akçağ Yayınları
  • Ankara
  • Ong
  • J Walter
Araştırmaları I, 3. bs., Ötüken Neşriyat, İstanbul. Köprülüzade Mehmet Fuad, (1926), Türk Edebiyatı Tarihi, 1. bs., Millî Matbaa, İstanbul. MACİT, Muhsin, (1996), Divân Şiirinde Âhenk Unsurları, Akçağ Yayınları, Ankara. OĞUZ, M. Öcal, (2001), Halk Şiirinde Tür, Şekil ve Makam, Akçağ Yayınları, Ankara. OĞUZ, M. Öcal vd, (2004), Türk Halk Edebiyatı El Kitabı, Grafiker Yayınları, Ankara. ONAY, Ahmet Talât, (1996), Türk Halk Şiirlerinin Şekil ve Nev'i, (hzl., Cemal Kurnaz), Akçağ Yayınları, Ankara. ONG, Walter J., (1999), Sözlü ve Yazılı Kültür, Sözün Teknolojileşmesi, (çev.: Sema Postacıoğlu Banon), Metis Yayınları, İstanbul. ÖZTELLİ, Cahit, (1972), Karaca Oğlan, Bütün Şiirleri, Milliyet Yayınları, İstanbul. ________ (1974), Üç Kahraman Şair Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Milliyet Yayınları, İstanbul. RAYMAN, Hayrettin, (1996), Karacaoğlan'ın
Uluslararası Türk Halk Edebiyatı ve Yunus Emre Semineri Bildirileri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 301-305. ________ (1999)
  • Şiirlerinde Ahenk
  • Kültür Bakanlığı Yayınları
  • Ankara Sakaoğlu
  • Saim
Şiirlerinde Ahenk, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara. SAKAOĞLU, Saim, (1991), "Halk Edebiyatında Kafiye Meselesi", IV. Uluslararası Türk Halk Edebiyatı ve Yunus Emre Semineri Bildirileri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 301-305. ________ (1999), "Âşık Edebiyatında Yarım Kafiyeden Daha Zayıf Kafiye Var mıdır?", I. Balıkesir Kültür Araştırmaları Sempozyumu Bildirileri, Balıkesir, s. 99-105. ________ (2004), Karaca Oğlan, Akçağ Yayınları, Ankara. TEKİN, Arslan, (1995), Edebiyatımızda İsimler ve Terimler, Ötüken Yayınları, İstanbul. YARDIMCI, Mehmet, (2002), "Âşık Edebiyatında Uyak ve Yeni Bir Uyak Tanımı", Uluslar Arası Türk Dünyası Halk Edebiyatı Kurultayı Bildirileri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 697-717.
İzahlı Halk Şiiri Antolojisi, Maarif Matbaası
  • Nihad Banarli
  • Sâmi
BANARLI, Nihad Sâmi, (1971), Resimli Türk Edebiyatı Târihi, Cilt I, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul. BORATAV, Pertev Naili-Halil Vedat Fıratlı, (1943), İzahlı Halk Şiiri Antolojisi, Maarif Matbaası, Ankara. BORATAV, Pertev Naili, (1988), 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı, Gerçek Yayınevi, İstanbul. ÇOBANOĞLU, Özkul, (2004), "Kafiye", Türk Dünyası Edebiyat Kavramları ve Terimleri Ansiklopedik Sözlüğü, Cilt IV, AKM Yayınları, Ankara, s. 11-15.
  • Efrasiyap Gemalmaz
GEMALMAZ, Efrasiyap, (1980), "Türkçe'nin