Content uploaded by Emrah Sofuoğlu
Author content
All content in this area was uploaded by Emrah Sofuoğlu on Oct 06, 2015
Content may be subject to copyright.
International Symposium on Eurasia Energy Issiues
28-30 May 2015, İzmir, Turkey
İklim Değişikliği Müzakerelerine Bir Bakış: 2015 Paris İklim Zirvesi
Etem KARAKAYA
1
Emrah SOFUOĞLU
2
Özet
Dünyada iklim değişikliği sorunu günden güne daha fazla dikkatleri üzerine çekmektedir. 1992
Rio Konferansı’ndan bu yana iklim değişikliği sorunu hakkında bir farkındalık yaratılmış, 1997
yılında 3. Taraflar Konferansı’nda şekillenen Kyoto Protokolü’nde EK-1 listesinde yer alan
ülkelerin 2008-2012 Kyoto dönemi için sera gazı azaltımı kararı alınmıştır. Ancak 2012 sonrası
için oluşturulacak iklim değişikliği rejiminde, IPCC raporlarının da belirttiği gibi yerküre ısısının
2°C ile sınırlandırılması için yeni anlaşmaya sera gazı azaltımı konusunda gelişmekte olan
ülkelerin de dahil edilmesi gerçeği müzakereleri şiddetlendirmiş ve umutla beklenen 2009
Kopenhag İklim Zirvesi’nde uzlaşmaya varılamamıştır. Sonraki müzakerelerde özellikle ülkelere
getireceği ekonomik maliyetler sebebiyle genel ve kapsayıcı bir anlaşma üzerinde karar birliği
sağlanamamıştır. Bu çalışmada son dönemde meydana gelen gelişmeler ışığında özellikle 2015
Paris İklim Zirvesi’nin 2020 sonrası dönemi için bir anlaşmayla sonuçlanıp sonuçlanmayacağı
tartışılacaktır. Uzun yıllar alan müzakereler sonrası, 21. Taraflar Konferansı olan Paris İklim
Zirvesi’nde “Ortak Fakat Farklılaştırılmış Sorumluk İlkesi ve azaltım kapasitesi (respective
capability)” esasına göre tüm ülkelerin Ulusal Katkılarını (INDCs) sunmaları beklenmektedir.
Buna göre, gelişmiş ülkelerin bir baz yılına göre mutlak azaltım hedefi alacağı beklenirken,
gelişmekte olan ülkelerin Ulusal Katkılarının ise emisyon yada enerji yoğunluklarında iyileşme,
mevcut senaryonun altına indirme ya da yenilenebilir enerji hedefi gibi çeşitli yükümlülükler
alması beklenmektedir.
2015 Paris Zirvesi’nin hayati derecede önem arz etmesinin altında yatan bir diğer önemli sebep
de, dünya ısısının 2°’nin altında sınırlandırılabilmesi için atmosferdeki CO2 miktarının
maksimum 2300 Gt olması gerçeğidir. Ancak Dünya Enerji Görünümü (2014) Raporuna göre bu
1
Prof. Dr., Adnan Menderes Üniversitesi, İİBF, İktisat Bölümü, ekarakaya@gmail.com
2
Arş. Gör., Ahi Evran Üniversitesi, İİBF, İktisat Bölümü, emrahsofuoglu@gmail.com
International Symposium on Eurasia Energy Issiues
28-30 May 2015, İzmir, Turkey
kotanın yaklaşık %50’si dolmuştur ve önümüzdeki 25 yıl içerisinde mevcut politikaların
sürdürülmesi halinde diğer yarısının da dolması beklenmektedir. AB’nin 2030 yılı hedefleri,
ABD ve Çin arasında iklim değişikliği ile mücadele konusunda varılan anlaşma ve ABD’nin
Hindistan’a yenilenebilir enerjide destek vereceğini taahhüt etmesi iklim değişikliği sorununda
uzlaşmaya yanaşmayan ülkelerin artık çok fazla mazeretlerinin kalmadığını göstermektedir.
Dolayısıyla yukarıda bahsedilen gelişmeler ışığında Paris İklim müzakerelerinde bir anlaşmanın
çıkacağına yönelik umutlar artmıştır. Çalışmada, ayrıca Türkiye’nin pozisyonu ve nasıl bir
“Ulusal Katkı” sağlayacağı analiz edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: İklim Değişikliği, UNFCC COP21, Sera Gazı Emisyonu, Paris 2015
A Promising Prospect in Climate Change Negotiations: 2015 Paris Climate
Summit
Abstract
The attention towards global climate change issue has been increasing more and more in recent
years. Since Rio Conference in 1992, the climate change issue had been tackeled significantly by
the international community and then so called Annex-I countries taken greenhouse gas emission
reductions at the Kyoto Protocol (COP3) for 2008-2012 period. For Post-2012 climate change
regime, the requirement of involving developing countries alongside the developed ones in
reducing the ghg emission reductions, as suggested by the IPCC Reports, in order to limit global
warming to below 2°C has increased the tension in climate negotioations among these countries.
As a result of this, the Copenhagen Climate Summit in 2009 was resulted in as failure. A
comprehensive agreement has not been achieved in the following years’ negotiations due to the
worries regarding the cost that it might bring the countires. This study discusses the possibility of
a deal at the 2015 Paris Climate Change Summit for beyond-2020 climate regime by taking
recent developments into account. After long and tedious negotiations, it is expected that all
parties will submit their Intended Nationally Determined Contributions (INDCs) at the COP21 of
Paris Summit based on the Principles of Common but Differantiated Responsibility and
Respective Capability. Accordingly, it is expected that while the advanced countries INDCs
include absolute ghg emission reductions that will take a base year into account, the developing
countries mitigation efforts, however, will include an improvement in emission/energy
International Symposium on Eurasia Energy Issiues
28-30 May 2015, İzmir, Turkey
intensities, or reductions in business as usual (BAU) levels, peak year or increasing the share of
renewable energy in total energy mix.
One of the main underlying significance of Paris Climate Summit is the fact that global carbon
budget should not exceed 2300 Gton in order to limit earth temprature below 2°C. According to
IEA (2014), %50 of this global budget quota has already been exceeded and the remaining gap
will be filled within 25 years based on current emission trends. Recent developments, such as the
EU’S 2030 targets, agreement between the US and China on climate change and commitments
with supportive policies by India towards renewable energy, prove that these latter countries no
longer have any excuses to fight against climate change, which also increases the hopes to reach a
global agreement in Paris climate negotiations. This study also will explore and analyse Turkeys’
position and how they can contribute to fight against climate change.
Keywords: Climate Change, UNFCCC COP21, Greenhouse Gas Emissions, Paris 2015
International Symposium on Eurasia Energy Issiues
28-30 May 2015, İzmir, Turkey
Giriş
İnsanoğlu dünyanın başlangıcından bugüne yaşadığı çevrede sorunlarla karşılaşmaktadır. Bu
sorunlar bazen doğanın kendi döngüsel sürecinden kaynaklanmakta iken bazen de insanoğlunun
kendi eli ile meydana gelmektedir. İnsanoğlu özellikle 1850’li yıllardan itibaren fosil yakıtlardan
yararlanmayı keşfetmiş bu sayede çoğu şimdiki gelişmiş devletler olan ülkeler ekonomik
büyümelerini ve kalkınmalarını, siyasi nüfuzlarını, teknoloji düzeylerini, sanayilerini, ulaştırma
sektörlerini ciddi anlamda geliştirmişlerdir. Dünyada üretim arttıkça üretim sürecinin en büyük
girdisi olan enerji ihtiyacı da artmış bu nedenle fosil yakıt kullanıldıkça sera gazları atmosferde
birikmeye başlamış ve özellikle 1990’li yıllardan itibaren çevresel sorunlar belirgin hale gelmiş,
iklim değişikliği sorunu daha geniş kitlelerde yankı bulmaya başlamıştır.
1987’de Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nda dönemin Norveç başbakanı Go
Harlem Brundtland’ın soy ismi ile lanse edilen Brundtland Raporu’nda “sürdürülebilirlik”
kavramından bahsedilmiştir. Bu kavram, dünyadaki çevresel sorunları ve kalkınmayı ele alarak
bu sorunlarının çözümünde gelecek nesillerin istifade edeceği kaynaklara zarar vermeden
“sürdürülebilir bir kalkınma” sürecinden söz etmektedir.
Hem iklim değişikliği sorunu ile mücadele etmek hem de sürdürülebilir kalkınmayı sağlamak
amacıyla dünyada hem ulusal hem de uluslararası düzeyde çözüm arayışlarına başlamıştır.
1972’de Stokholm’de gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler İnsan Çevresi Konferansı, BM
bünyesinde dünyada meydana gelen çevresel sorunları inceleyecek uluslararası bir mekanizmanın
kurulmasına öncülük etmiştir. Bu organ 1988 yılında kurulmuştur ve günümüzde IPCC
(Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli) adıyla faaliyet göstermektedir. UNFCCC (Birleşmiş
Devletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi), 1990 yılından itibaren düzenli olarak
gerçekleştirdiği müzakerelerde iklim değişikliği sorunu bağlamında mevcut sorunlar ve bu
sorunların çözümünde uluslararası bir çatı görevini yürütmekte ve hükümetlere rehber olmayı
amaçlamaktadır.
1992 Rio Konferansı’nda; insanoğlunun karşı karşıya olduğu çevresel sorunların (iklim
değişikliği, ozon tabakasının incelmesi, hava, su ve deniz kirliliği) ancak tüm ülkelerin katılımı
ve uygulayacağı ortak eylem planları ile çözüme ulaşacağı üzerinde durulmuştur. İklim
değişikliği sorununda ortak bir duruş sergilenen bu tarihin ardından 1997 yılında 3. Taraflar
International Symposium on Eurasia Energy Issiues
28-30 May 2015, İzmir, Turkey
Konferansı’nda şekillenen ve ancak 2005 yılında yürürlüğe girebilen Kyoto Protokolü’nde EK-1
3
listesinde yer alan ülkelerin 2008-2012 döneminde sera gazı emisyonlarını 1990 seviyelerinin
yaklaşık %5,3 altına çekmeleri kararı alınmıştır (Karakaya ve Özçağ, 2003). Ancak 2012
sonrasındaki sürdürülebilir bir gelecek için öngörülen maksimum 2°C’lik yerküre ısısı anlaşmaya
gelişmekte olan ülkelerinde dahil edilmesi zorunluluğunu doğurmuştur. IPCC 4. Raporuna göre,
2°C seviyesi sınırı altında kalmak için gelişmiş ülkelerin sera gazı emisyonlarını 1990 yılı
seviyelerinin %25 ila %40 altına indirmeleri ve gelişmekte olan ülkelerin ise Mevcut Durumun
Devamı (Business as Usual-BAU) seviyelerinin %15-30 altına indirmeleri gerektiğini belirtmiştir
(IPCC, 2007). Bu nedenle özellikle gelişmekte olan ülkeler ekonomilerine getireceği finansal yük
sebebiyle anlaşmaya yanaşmamışlar ve 2009 yılında iklim değişikliği sorununun çözümünde
olumlu sonuçlar doğuracağı beklenen Kopenhag’taki Taraflar Konferansı başarısız olmuştur. Bu
tarihten günümüze kadar geçen müzakerelerde genel, kapsayıcı ve çözüm odaklı bir sonucun
alınamaması hem iklim değişikliği sorunu bağlamında hem de sürdürülebilir kalkınma
bağlamında gelecek nesiller için tehlike çanlarının çalması anlamına gelmektedir.
Yukarıda bahsedilen bilgiler çerçevesinde bu çalışmada ilk bölümde ülkelerin tarihsel süreçte
yaymış olduğu CO2 emisyonlarından, ikinci bölümde 2015 yılında Paris’te düzenlenecek COP21
Konferansı’nda iklim değişikliği sorununda yükümlülük sürecinin artık kaçınılmaz olduğundan,
üçüccü bölümde son dönemlerde meydana gelen gelişmelerin Paris’te düzenlenecek bu toplantı
açısından olumlu nitelikte olmasından ve son olarak dördüncü bölümde de Türkiye’nin bu
müzakeredeki pozisyonu ve nasıl bir Ulusal Katkı sağlayacağından bahsedilecektir.
1. İklim Değişikliği Sorununda Sera Gazı Emisyonlarının Tarihsel Gelişimi ve
Sorumlu Ülkelerin Analizi
Sera gazı emisyonlarının azaltımı iklim değişikliği müzakerelerinin nihai hedefini
oluşturmaktadır. Ancak hangi ülkelerin emisyon azaltacağı, hangi miktarda emisyon
azaltacakları, gerekli finansal kaynakların kim tarafından hangi fonlara aktarılacağı
müzakerelerin ana tartışma konusu olmuştur. Bu tartışmalar neticesinde iklim değişikliği
müzakerelerinde genel, kapsayıcı ve bağlayıcılığı olan bir anlaşma imzalanamamıştır. Bununla
3
Kyoto Protokolü’ne göre Ek I ülkelerinin temel sorumluluğu, küresel ısınmanın önlenmesi amacına yönelik olarak sera gazı
emisyonlarının azaltımına ilişkin politikaları uygulamak ve 2000 yılına kadar toplam sera gazı emisyonlarını 1990 seviyesine
indirmektir. Ek II ilkeleri ise, EK I’de belirtilen yükümlülüklere ilaveten, Ek’ler dışında kalan gelişmekte olan ülkelere, sera gazı
emisyonlarının azaltımı konusunda finansal ve teknik destek sağlamakla yükümlü kılınmışlardır (Karakaya ve Özçağ, 2004)
International Symposium on Eurasia Energy Issiues
28-30 May 2015, İzmir, Turkey
beraber müzakereleri çıkmaza sokan bir diğer konu ise toplam emisyonlar içerisinde fazla paya
sahip olmayan ülkelerin sorumluluk almaya yanaşmamasıdır.
Aşağıdaki tablo gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin 2013 yılı CO2 emisyonları verilerinden
oluşmakta olup, aynı zamanda 2012 yılına göre emisyonlardaki büyüme oranını da
yansıtmaktadır.
Tablo1: 2013 Yılı Gelişmişve Gelişmekte Olan Ülkelerin CO2 Emisyonları
Ülkeler Kişi Başına tCO2 Toplam Büyüme (2012-13)
5.0 GTCO2 %(100) GTCO2 %(100)
Gelişmiş Ülkeler
ABD 16.4 5.23 14.5 0.134 2.9
AB28 6.8 3.48 9.6 -0.073 -1.8
Rusya 12.7 1.81 5.0 -0.016 -0.6
Japonya 9.8 1.25 3.4 -0.009 -0.4
Kanada 14.3 0.50 1.4 0.003 1
Gelişmekte Olan Ülkeler
Çin 7.2 9.98 27.6 0.376 4.2
Hindistan 1.9 2.41 6.7 0.111 5.1
Güney Kore 12.5 0.62 1.7 0.009 1.7
İran 7.9 0.61 1.7 0.013 2.4
Suudi Arabistan 18 0.52 1.4 0.014 3.0
Kaynak: Global Carbon Project, 2014
Yukarıdaki tabloda 2013 yılında gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin toplam ve kişi başına CO2
emisyonları ve 2012 yılına göre büyüme oranları verilmiştir. İlgili veriler ele alındığında kişi
başına en yüksek CO2 emisyonuna neden olan ülke %18 ile Suudi Arabistan iken ABD % 16,4
ile ikinci sırada yer almaktadır. Ayrıca Çin %7.2 oran ile % 6.8 AB kişi başına CO2 emisyon
miktarını geçmiştir. Bunlara ek olarak 2012 yıla göre CO2 emisyonlarındaki büyüme artış oranı
Hindistan’da %5.1, Çin’de %4.2 ve Suudi Arabistan’da %3 olarak gerçekleşmiştir. Ayrıca AB
ülkelerinin CO2 emisyonları bir önceki yıla göre % -1.8 azalırken Rusya’nın % -0.6 ve
Japonya’nın % -0.4 oranında azalmıştır.
Aşağıdaki grafikte 2014 yılında dünyada CO2 emisyonlarının ülkelere göre dağılımları
verilmiştir:
International Symposium on Eurasia Energy Issiues
28-30 May 2015, İzmir, Turkey
Grafik1: 2014 Yılı Ülkelere Göre Toplam CO2 Emisyonu Yüzdesel Dağılımı
Kaynak: The Statistics Portal, 2015, (*Türkiye verisi 2013 yılını kapsamaktadır. Hollanda Çevre Değerlendirme Ajansı, 2013)
Yukarıdaki grafik ele alındığında 2014 yılı dünya CO2 emisyonları içerisinde Çin’in yüzde
23,43’lük bir pay ile birinci sırada olduğu görülmektedir. Çin’i yüzde 14,69 ile ABD
seyretmektedir. Grafikten çıkarılacak bir diğer sonuç 2014 yılında BRIC ülkelerinin dünyadaki
toplam CO2 emisyonlarının % 38,17’sinden sorumlu olmasıdır. Dolayısıyla özellikle ABD ve
BRIC ülkelerinin sera gazı emisyonlarını azaltmaya yönelik bir anlaşmaya taraf olmamaları iklim
değişikliği sorununda gerçekçi bir çözümün gecikmesi anlamına gelmektedir. Ayrıca grafikte
görüldüğü üzere Türkiye’nin toplam emisyonlar içerisindeki payı %1’den daha düşüktür.
2014 yılında en yüksek CO2 emisyonu salan ülkeleri sıraladıktan sonra aynı ülkelerin kişi başına
düşen CO2 emisyonlarını da incelemekte fayda vardır. Grafiğe bu ülkelere ek olarak Türkiye ve
İngiltere’de dahil edilmiştir. Aşağıdaki grafikte 1960-2010 yılında dünyada yüksek CO2 salınımı
yapan ülkelerin kişi başına düşen CO2 emisyonlarının tarihsel gelişimi verilmiştir:
0,9
1,57
1,57
1,75
2,23
2,31
3,61
4,17
4,87
5,7
14,69
23,43
0 5 10 15 20 25
Türkiye *
İran
Kanada
Kore
Almanya
Endonezya
Japonya
Brezilya
Rusya
Hindistan
ABD
Çin
International Symposium on Eurasia Energy Issiues
28-30 May 2015, İzmir, Turkey
ABD
ÇİN
RUSYA
BREZİLYA
ENDONEZYA
HİNDİSTAN
JAPONYA
ALMANYA
KORE
KANADA
İRAN İNGİLTERE
TÜRKİYE
0
5
10
15
20
25
ABD Çin Hindistan Rusya Brezilya
Japonya Endonezya Almanya Kore Kanada
İran İngiltere Türkiye
Kaynak: Dünya Bankası, 2015
Grafik 1’de görüldüğü üzere 1960-2010 yılları arasında kişi başına düşen CO2 emisyonu
ortalaması en yüksek ülke ABD’dir. ABD’nin ardından Kanada ikinci sırada yer almaktadır.
Grafikte Çin, Kore ve Türkiye’nin kişi başına düşen CO2 emisyonunun özellikle 2000’li yıllardan
itibaren ciddi bir artış eğilimine girdiği görülmektedir. Bununla beraber Almanya, İngiltere ve
Kanada’nın ise kişi başına düşen CO2 emisyonlarında bir azalış trendi göze çarpmaktadır.
Verilen tüm grafiklerden elde edilen bilgiler ışığında dünyada CO2 emisyonlarının yarısından
fazlasının sadece 5 ülke tarafından (ABD+BRIC ülkeleri) atmosfere yayıldığı göze çarpmaktadır.
Dolayısıyla iklim değişikliği müzakerelerinde bu ülkelerin sorumluluk almaması halinde her
müzakerenin sonuç olarak başarısız sayılabileceği söylenebilir. Ayrıca bu ülkelerin ciddi oranda
sera gazı azaltmaması halinde Türkiye gibi küresel sera gazı emisyonları içerisinde payı düşük
olan ülkelerin emisyonlarını %100 oranında dahi azaltmasının hiçbir anlam ifade etmeyeceğinin
bilinmesi gerekmektedir. Çünkü bu azaltım Çin’in %5 azaltımına dahi denk gelmemektedir. Bu
çalışmada 2015’de düzenlenecek Paris Zirvesi’ne “umutlu bir bekleyiş” atıfının yapılmasının
nedeni son zamanlarda özellikle yüksek emisyonu salan ülkelerin iklim değişikliği sorununa
Grafik2: Yüksek Emisyon Yayan Bazı Ülkelerin Kişi Başına Düşen CO2 Emisyonlarının Tarihsel
Gelişimi (1960-2010)
International Symposium on Eurasia Energy Issiues
28-30 May 2015, İzmir, Turkey
çözüm bulunması gerektiği ve bu konuda sorumluluk alacaklarını bildirmeleridir. ABD ve Çin
iklim değişikliği sorununda uzun yıllar geride kalan ülkeler olarak bilinirken artık küresel lider
olma yolundadır (Flannery, Hueston ve Stock, 2014). Dolayısıyla Paris COP21 müzakerelerinin
gelişmekte olan ülkelerin de sera gazı emisyonlarını azaltmayı hedefleyeceği, iklim değişikliği
sorunu ile mücadele etme de sorumluluk alacağı ve bu konularda ciddi politikalar üreteceği
konusunda olumlu sonuçlar doğuracağı beklenmektedir. Ancak bu zirvenin bu zamana kadar
müzakerelerde çözülemeyen sorunların tümüyle ortadan kalkmasından ziyade bu sorunların
çözümünde temel bir dayanak, ortak bir duruş ve samimi bir tutum teşkil edeceği
beklenmektedir.
2. COP21 Paris Taraflar Konferansının Önemi
IPCC bilimsel raporlarına göre sürdürülebilir bir dünya için 2°C’lik yerküre ısısı ve 2300 Gt’lik
bir CO2 emisyon eşiği bulunmaktadır (World Energy Outlook, 2014). Bu eşiğin aşılması
durumunda gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya sunmak daha da zorlaşacaktır. Uluslararası
Enerji Ajansı (IEA)’nın 2014 sonunda yapmış olduğu projeksiyonlar ele alındığında dünya 2100
yılına kadar ulaşılması öngörülen 2300 Gt CO2 emisyon salınımına 2040 yılında ulaşması
beklenmektedir. Dolayısıyla Paris Zirvesi’nde hem gereken düşük-karbon yatırımlarının
gerçekleşmesi için hem de iklim değişikliğinde geri dönülmesi zor bir yola girmemek adına güçlü
bir mesaj verilmesi özellikle gelecek nesillere bırakılacak sürdürülebilir bir dünya bağlamında
önem arz etmektedir. Bu gelişmeler ışığında uluslararası çevrelerce 2015 yılının iklim değişikliği
yolunda bir köşe taşı olması beklenmektedir. Hem ulusal hem de uluslararası camiada oluşan
olumlu atmosferin Paris Zirvesi’nde tersine dönmesi bu sürece dair gelecek senaryolarının da
motivasyonunu kıracaktır.
2.1 COP21 Öncesindeki Gelişmeler
COP21’den önceki müzakerelerin genel olarak başarısızlıkla sonuçlanmasının altında yatan en
temel sebep sera gazı emisyonlarının azaltılması için gerekli olan finansal maliyetler ve fosil
yakıtlardan temiz enerji kaynaklarına doğru dönüşümün girdisi olan teknolojik dönüşümün
gerektirdiği ekonomik maliyetlerdir. Ülkeler yenilenebilir enerji kaynaklarına nazaran daha ucuz
olan fosil yakıtlardan vazgeçmemişlerdir. Ayrıca IPCC bilimsel raporlarına göre sera gazı
emisyonlarının azaltımında gelişmiş ülkeler ile beraber gelişmekte olan ülkelerin de sorumluluk
International Symposium on Eurasia Energy Issiues
28-30 May 2015, İzmir, Turkey
alması gerektiği argümanı da iklim değişikliği müzakerelerini şiddetlendirerek farklı bir boyut
kazandırmıştır.
Bununla beraber tarafların emisyon düzeylerini azaltırken baz aldıkları kriterleri ulusal olarak
belirlenen tümevarımcı hedefler mi (bottom up) yoksa uluslararası müzakerelerde sağlanan
mutabakatla belirlenmiş tümdengelimci hedefler (top down) mi olması gerektiği konusunda da
uzun süre görüş ayrılığı yaşanmış ve bu görüş ayrılığı müzakerelerin seyrini zorlaştırmıştır.
Tümdengelimci yaklaşımda yukarıda bahsedildiği gibi hedefler müzakere arenasında belirlenir ve
ülkelerden bu hedefleri tutturmaları beklenmektedir. Ancak tümevarımcı yaklaşımda ülkeler
kendi kriterlerini kendi koşullarına göre belirleyebilmektedir. Buna göre ülkeler yenilenebilir
enerji potansiyellerine, tarım faaliyetlerine, atık düzeylerine, ormanlaşma düzeylerine bakarak
her birinden ne kadar sera gazı emisyonu azaltacaklarını belirleyebilmekte ve toplam miktarı bu
şekilde hesaplayabilmektedir. Dolayısıyla yukarıdan dayatılmış sera gazı emisyonu azaltım
hedeflerine hangi yollarla nasıl azaltılacağının belirtilmediği tümdengelimci yaklaşımla
karşılaştırıldığında tümevarımcı yaklaşımın sera gazı emisyonlarını azaltmada daha etkili ve
verimli bir yöntem olduğu söylenebilir.
İklim Değişikliği müzakerelerinde ülkelerin emisyon azaltımlarının “taahhüt” yerine “katkı”
niteliğinde olmasını tercih etmeleri ülkelere herhangi bir yükümlülük ve bağlayıcılık getirmediği
için müzakerelerin etkinliği ve verimliği açısından sorgulanmaktadır.
2015 yılında Paris’te yapılacak Taraflar Konferansı, 2020 sonrasının belirlemesi açısından önemli
bir tarihe işarettir. Ayrıca anlaşma metninin hazırlıkları, BM tarafından karara bağlanan resmi ve
gayriresmi toplantılarla canlı tutulmaya çalışılmaktadır (Kıvılcım, 2013).
2.2 Varşova ve Lima Taraflar Konferansı
Paris’te gerçekleştirilecek olan Taraflar Konferansı’nın arka planına bakıldığında önemli
gelişmelerin olduğu görülmektedir. İlk olarak 2013 yılında Varşova’da gerçekleştirilen
COP19’da taraf ülkeler CO2 salınımının azaltımında uzlaşmaya varamamıştır ancak bir zaman
planının hazırlanması konusunda birleşmiş ve müzakerelere devam kararı alınmıştır. Bununla
beraber ülkelerin Ulusal Katkı Niyetleri’nin arka planını belirlemesi, 2014 yılında Lima’da
gerçekleştirilen COP20’nin gündemini oluşturmuştur.
International Symposium on Eurasia Energy Issiues
28-30 May 2015, İzmir, Turkey
Lima’da gerçekleştirilen konferansta ülkelerin Paris’te imzalanması planlanan anlaşmanın
metnini hazırlanması ve 2020 için yol haritasının belirlesi öngörülmüştür (Mazlum, 2015).
2.3 ABD ve Çin Arasındaki Anlaşma
İklim değişikliği sorununda uzun zamandan beridir sorumluluk almaya yanaşmayan ülkeler
olarak göze çarpan iki ülke ABD ve Çin, 2014 yılında bu sorunu çözümünde aktif rol alacaklarını
ve sera gazı emisyonlarını düşüreceklerini ifade etmişlerdir. Buna göre ABD, sera gazı
emisyonlarını 2005 yılına göre yüzde 26 ile 28 oranında azaltmayı taahhüt etmiştir. Çin ise 2030
yılına kadar emisyonlarının artacağını ancak bu tarihten itibaren emisyonlarını azaltmak için çaba
göstereceğini beyan etmiştir. Bunun yanında Çin hükümeti 2030 yılına kadar birincil enerji
kaynakları tüketiminde fosil dışı kaynakların (zero-carbon energy) payını yüzde 20 seviyelerine
çıkarmayı hedeflediğini bildirmiştir (The White House, 2015). Ancak emisyon azaltımında
ABD’nin aksine Çin’in belirgin bir hedefi bulunmaması akıllarda soru işareti doğurmaktadır.
Dünya CO2 emisyonları içerisindeki payı en yüksek olan iki ülkenin COP21’den önce bir araya
gelip emisyonlarını azaltmayı vaat etmeleri de Paris’te gerçekleştirilecek zirve için olumlu bir
gelişme olarak göze çarpmaktadır.
2.4 ABD’de Meydana Gelen Kaya Gazı/Petrolü Devrimi
Özellikle 2005 yılından itibaren kendini göstermeye başlayan kaya gazı devrimi ABD’de
kömürden daha temiz bir enerji kaynağı olan doğalgazın üretimini ve kullanımını arttırmış ABD
bu sayede kömürü doğalgaz ile ikame ederek sera gazı emisyonlarını azaltmayı başarmıştır.
Aşağıdaki grafikte ABD’nin yıllara göre CO2 emisyonları gösterilmektedir:
International Symposium on Eurasia Energy Issiues
28-30 May 2015, İzmir, Turkey
Grafik3: ABD'nin Yıllara Göre CO2 Emisyonlarının Gelişimi (milyon ton)
Kaynak: EIA, 2015
Şekil2’de ABD’nin CO2 emisyonlarının yıllara göre gelişimi gösterilmektedir. 1990 yılında 5040
milyon ton düzeylerinde CO2 emisyonuna neden olurken 2012 yılına gelindiğinde bu rakamın
5270 milyon düzeylerinde gerçekleştiği görülmektedir. Dolayısıyla ABD’nin düşme trendinde
olan CO2 emisyonları; Bush döneminde Kyoto Protokolü’ne ekonomisine ciddi maliyetler
yükleyeceği iddiasıyla imza atmayan ABD’nin bu savının artık geçerli olmadığını
göstermektedir. Bu nedenlerle Paris Zirvesi öncesinde ABD’de meydana gelen kaya gazı
devriminin olumlu bir etki yarattığını söylemek mümkündür.
2.5 AB’nin 2030 Hedefleri
Brüksel’de gerçekleştirilen AB Liderler Zirvesi’nde AB üyesi 28 ülkenin devlet ve hükümet
başkanları 2030 İklim ve Enerji Paketi üzerinde anlaşmaya varmıştır. Bu pakette yer alan
hedeflere göre AB 2030 yılına kadar sera gazı emisyonlarını %40 seviyelerinde azaltmayı
hedeflemektedir. Buna ek olarak yenilenebilir enerjinin toplam eneri içerisindeki payını ve
toplam enerji tüketimindeki verimliliği %27 arttırmayı amaçlamıştır (European Commission,
2015).
0
1000
2000
3000
4000
5000
6000
7000
1980
1981
1982
1983
1984
1985
1986
1987
1988
1989
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
2010
2011
2012
International Symposium on Eurasia Energy Issiues
28-30 May 2015, İzmir, Turkey
Bu hedefler doğrultusunda iklim değişikliğine çözüm bulmada en etkili ve verimli politikaları
uygulayan ve ciddi sonuçlar alan AB, Paris Zirvesi öncesinde oluşan olumlu algının güçlenmesini
sağlamıştır.
2.6 Paris Zirvesinde Tüm Tarafların Sunması Beklenen Ulusal Azaltım Katkıları (INDCs)
Paris Zirvesi öncesinde sunulması planlanan Ulusal Katkı Niyetleri (INDC), ülkelerin sera gazı
emisyonu azaltımı konusunda belirlediği hedefleri ve bu azaltımın dayanaklarını içermektedir.
Varşova’da gerçekleştirilen Taraflar Konferansı’nda (COP19, 2013), tüm taraflar 2015 yılının ilk
yarısı içerisinde, oluşturulacak yeni anlaşma kapsamında, Sözleşme’nin (BMİDÇS) 2. Maddesi
kapsamında ortaya konan amaç çerçevesinde ulusal katkılarını bildirmeye davet edilmiştir
(Sabuncu, 2014). Ancak bu konferansta belirlenen “ulusal katkı”ların nasıl belirleneceği ve
dayanaklarının ne olacağı noktasında spesifik bir yöntem belirtilmemiştir. Bu gelişmelerden
hareketle bir sonraki yıl Lima’da gerçekleştirilen Taraflar Komferansı’nda (COP20), ulusal
katkıların içeriğinin tanımlanması kararı alınmıştır. Sabuncu (2014), COP20 sonrası yapmış
olduğu değerlendirmesinde bu kararın hususlarını aşağıda belirtildiği şekilde açıklamaktadır:
• Ulusal katkıların COP 21’den önce (mümkünse 2015 yılının ilk çeyreğine kadar) açıklanması
• Ulusal katkıların, söz konusu ülkenin hali hazırda üstlendiği sorumluluğun ötesinde olması
gerektiği
• Açıklığı, şeffaflığı ve anlaşılabilirliği artırabilmek adına ulusal katkıların, ülkeler tarafından
belirlenecek diğer unsurların yanı sıra, aşağıdakileri içerebileceği:
- Referans değere ilişkin sayısal bilgi (baz yılı - ülkenin uygun göreceği şekilde),
- Zaman aralıkları ve/veya uygulama dönemi, - Kapsam (scope and coverage), - Planlama
süreçleri,
- Sera gazı emisyonlarına ilişkin tahmin ve hesaplamalara yönelik metodolojik yaklaşımlar ve
varsayımlar,
- Taraf ülkenin ortaya koyacağı katkının ulusal şartları çerçevesinde ne ölçüde adil ve iddialı (fair
and ambitious) olduğuna dair değerlendirme,
- Ulusal katkının Sözleşme’nin 2. Maddesi’ne nasıl hizmet edeceğine ilişkin değerlendirme.
Mayıs itibariyle 37 ülke Ulusal Katkı Niyetlerini sunmuştur. Bu liste ABD, Rusya, Letonya ve
AB üye devletleri adına Avrupa Komisyonu, Meksika, Norveç, İsviçre, Lihtenştayn, Letonya,
International Symposium on Eurasia Energy Issiues
28-30 May 2015, İzmir, Turkey
Andora, Gabon Cumhuriyeti ülkelerinden oluşmaktadır (UNFCC, 2015). Dünya CO2
emisyonlarının yaklaşık %15’inden sorumlu olan ABD’nin ve yaklaşık %5’inden sorumlu olan
Rusya’nın
4
INDC’lerini sunması olumlu bir gelişme olarak görülmektedir. INDC sisteminin
kurulması ilk etapta ülkelerin emisyon azaltımlarını nasıl gerçekleştirecekleri hakkında
uzmanlaşmalarını ve hedeflerini belirlerken daha etkin olmalarını sağlayacaktır. Dolayısıyla
COP21 öncesindeki olumlu gelişmelerden biri de INDC sisteminin kurulmasıdır. Ancak bu
sistemde de “ulusal katkı”larını sunan ülkeler için emisyonlarını belirttikleri kadar azaltmalarının
“katkı” niteliğinde olması yani “taahhüt” niteliğinde olmayan bu hedeflerin tutturulamaması
halinde bir “bağlayıcılık” söz konusu olmadığından ülkelere herhangi bir yaptırım söz konusu
değildir.
3. Türkiye’nin Müzakerelerdeki Tutumu ve Paris Zirvesi’ndeki Konumu
Bu bölümde 2015 Paris Zirvesi’ nde Türkiye’nin şimdiye kadarki durumu ve Türkiye’nin nasıl
bir pozisyon alabileceği konusu tartışılacaktır. Türkiye Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği
Çerçeve Sözleşmesine üye olan ülkeler içerisinde durumu nevi şahsına münhasır (sui generis) bir
ülke olarak bilinmektedir. Türkiye 1992 Rio Zirvesinden itibaren sorumluluk alma noktasında
farklı eklerde, farklı sınıflandırmalarda ve farklı ligde bulunmasından dolayı problem yaşamış ve
bunun neticesinde de sera gazı emisyonu azatlımı bağlamında uluslararası müzakerelerden
sürekli uzak kalmak durumunda kalmıştır İlk olarak hem EK-1 hem de EK-2 listesine dahil iken
2001 yılından itibaren EK-2 listesinden çıkartılmış ve daha sonra EK-1 listesinde kalmaya devam
etmiştir. Bununla beraber Kopenhag Zirvesi’nde ve ondan sonraki müzakerelerde sürekli tarafsız
kalmaya çalışmış ve yükümlülük almama konusunda bir tutum sergilemiştir. Bu durum doğal
olarak Türkiye nin uzlaşmaz olduğu sonucunu doğurmuş ve Türkiye’yi de zorda bırakmıştır.
Türkiye’nin temel argümanı her ne kadar OECD ülkesi olmasına rağmen tarihsel sorumluluğunun
ve kişi başına karbondioksit emisyonunun diğerlerine kıyasla çok daha düşük olduğunu öne
sürerek gelişmekte olan bir ülke olduğunu dolayısıyla Türkiye’den gelişmiş ülkeler gibi sera gazı
emisyonunun ciddi bir azaltımının beklenmesi haksızlık olacağını öne sürerek müzakerelerde
taraf olmamıştır. Aşağıdaki iki grafikte Türkiye’nin ve dünyanın 1960-2012 yılları arasındaki
toplam ve kişi başına CO2 emisyonları yer almaktadır:
4
The Statistics Portal, 2015
International Symposium on Eurasia Energy Issiues
28-30 May 2015, İzmir, Turkey
Grafik4: Türkiye'de CO2 Toplam CO2 Emisyonları İçerisindeki Payı (1960-2010)
Kaynak: World Bank, 2015
Yukarıdaki grafik ele alındığından Türkiye’nin tarihsel süreçte CO2 emisyonlarının dünyadaki
toplam CO2 emisyonları içerisindeki payının çok düşük olduğu görülmektedir. Dolayısıyla önceki
bölümlerde değinilen küresel CO2 emisyonlarının yüzde 50’sinden fazlasının sadece 5 ülke
tarafından oluşturulduğu bir dünyada Türkiye gibi toplam emisyonlar içerisindeki payı %1’den
düşük gelişmekte olan ülkeler emisyon azaltımına yanaşmamaktadır.
0
0,01
0,02
0,03
0,04
0,05
0,06
0,07
0,08
0,09
0,1
1960
1962
1964
1966
1968
1970
1972
1974
1976
1978
1980
1982
1984
1986
1988
1990
1992
1994
1996
1998
2000
2002
2004
2006
2008
2010
International Symposium on Eurasia Energy Issiues
28-30 May 2015, İzmir, Turkey
Grafik5: Dünyada ve Türkiye'de Kişi Başına Düşen CO2 Emisyonlarının Tarihsel Gelişimi (1960-
2010)
Kaynak: World Bank, 2015
Grafik 4’te Türkiye’nin kişi başına düşen CO2 emisyonlarının 1960-2010 yılları arasında dünya
kişi başına düşen CO2 emisyonu ortalamasından düşük olduğu görülmektedir. Ancak yıllara göre
bu oranın artış eğiliminde olduğu özellikle 1990’lı yıllardan itibaren bu artış oranının daha hızlı
arttığı göze çarpmaktadır. Türkiye Grafik 3 ve Grafik 4’te görülen emisyonlarının düşük olduğu
gerekçesiyle ve ekonomik endişelerle müzakerelere taraf olmaktan kaçınmıştır. Türkiye,
gelişmekte olan bir ülke olarak ucuz enerjiye ihtiyaç duyması ve tarihsel süreçte kendisini
sorumlu addetmediği için herhangi bir yükümlülük almaya yanaşmamıştır.
Türkiye bu tutumunu özellikle 2009’dan itibaren gerçekleştirilen COP toplantılarında aktif olarak
tartışmaya açmıştır. Bu tartışmalar neticesinde Türkiye’nin de itirazları ve katkılarıyla sera gazı
emisyonlarının azaltımı konusunda EK1-EK2 listeleri son yıllarda gündemden kalkmış özellikle
INDC sisteminin kurulmasının altından müzakerelerde gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelere
değil tüm taraflara (all parties) çağrı yapılmaktadır (UNFCCC, 2014). Türkiye bu anlamda
önemli bir avantaj yakalamış ve kendi kararları doğrultusunda esneklik sağlamıştır.
Bu noktada Türkiye’nin politikası hakkındaki en net bilgi Paris Zirvesi öncesinde “ulusal
katkı”larını sunacağı ve belirli noktalarda emisyon azaltım hedefleyerek katkı sunacağıdır. Ancak
0
1
2
3
4
5
6
Dünya Türkiye
International Symposium on Eurasia Energy Issiues
28-30 May 2015, İzmir, Turkey
bu katkı yöntem itibariyle değişiklik gösterebilir. Bu bağlamda Türkiye, enerji ve/veya emisyon
yoğunluğunun maksimum düzeye ulaşıp ondan sonra mutlak olarak azalmaya başlayacağı bir
tarih (peak year) belirleyebilir, bir referans senaryosu ele alınarak Mevcut Durumun Devamı
BAU seviyesini düşürme, yüksek emisyon salımı yapan sanayileri daha hafif (soft) bir üretim
yöntemine dönüştürme, toplam enerji talebi içerisinde yenilenebilir enerji payını ve bunun için
gerekli yatırımları arttırma ve hatta nükleer enerji yatırımlarını arttırarak sera gazı emisyonlarını
azaltma politikaları izleyebilir. Ancak hangi politika ile olursa olsun Türkiye’nin artık bir
emisyon taahhüdü altına girmesi zorunluluk arz etmektedir. Çünkü bölgesel liderlik rolü üstlenen,
uluslararası arenada her konuda söz hakkı olan ve 15-16 Kasım 2015’de Antalya’da G-20
ülkelerine ev sahipliği yapan Türkiye’nin bu konumu gereği küresel iklim değişikliği sorunun
çözümüne katkı sağlaması beklenmektedir. Bu durumun aksi bir senaryo ise Türkiye’nin hem
imajına hem de misyonuna zarar verecektir. Bu nedenle Türkiye’nin “ulusal katkı” (INDC)
bildirimi ile azaltım taahhüdü alması gerekmektedir.
Türkiye nasıl bir emisyon azaltımı gerçekleştireceği konusunda çeşitli maliyet hesaplamalarının
yapıldığını bilinmektedir. Ancak sağlıklı bir çalışma yaptıktan sonra Türkiye ne kadar emisyon
azaltımı alabileceğini konusunu tartışmaktadır.
Elektrik üretiminde enerji karışımına baktığımızda ve toplam enerji içerisinde hiç nükleer
enerjinin payı olmayan, yenilenebilir potansiyeli nispeten sınırlı olan Türkiye için özellikle
kömürün payının dünya ortalamasının altında olması doğalgaz kullanımının ise çok yüksek
olması sebebiyle sera gazı emisyonu azaltımı potansiyelinin az olduğunun iddia edebilir.
Anlaşılan o ki Türkiye “ulusal katkı” sunumunda Ulusal İklim Değişikliği Strateji ve Eylem
Planında belirtmiş olduğu sera gazı azaltımına yönelik mevcut politikalarını esas alan bir azaltım
yapacaktır. Çok fazlasıyla iddialı bir azaltım olmayacağı şimdiden tahmin edilebilir ancak
önümüzdeki dönemde bu maliyet analizlerini yaptıktan sonra Türkiye’nin enerji verimliliği
arttırarak ve yenilenebilir enerji hedefleri koyarak daha yüksek emisyon azaltımı alabilmesi
mümkündür. Ayrıca emisyon ticareti sistemi gibi piyasa tabanlı mekanizmaların kurulması
halinde emisyonların daha düşük maliyetle azaltıldığı ve daha yüksek bir başarı elde edildiği
söylenebilir.
Türkiye’nin Paris Zirvesi öncesinde sunacağı “ulusal katkı”sının düşük boyutlarda olacağı
beklenmektedir. Çünkü Türkiye’nin hedefleri doğrultusunda zaten bazı azaltımlar mevcuttur.
International Symposium on Eurasia Energy Issiues
28-30 May 2015, İzmir, Turkey
Bunlar 2023 yılında elektrik üretiminde yenilenebilir enerjini payının %30’lara çıkarılması, enerji
yoğunluğunun (enerji tüketimi/GSYH) 2011 yılına göre yüzde 20 azaltılması yer almaktadır
(Enerji Verimliliği Strateji Belgesi, 2012).
4. Sonuç
Küresel iklim değişikliği sorunu dünyada her geçen gün varlığını daha da hissettiren bir insanlık
sorunudur. 1992 yılında gerçekleştirilen Rio Konferansı’nda iklim değişikliği sorununa dikkat
çekilmiş ve 1997 yılında imzalanıp 2005 yılında yürürlüğe giren Kyoto Protokolü’nde EK-1
ülkelerinin 2008-2012 dönemi için sera gazı azaltım kararı alınmıştır. Fakat iklim değişikliği
sorununda gelişmiş ülkelerin ilk Kyoto döneminde aldığı yükümlülükten daha fazla yükümlülük
alması gerektiği ve bununla beraber gelişmekte olan ülkelerin de sorumluluk alması gerektiği
gerçeği iklim değişikliği müzakerelerini çok daha zor bir patikaya sürmüştür. Müzakerelerde
oluşan bu olumsuz atmosfer umutla beklenen Kopenhag Zirvesi’nin başarısızlıkla
sonuçlanmasına neden olmuştur. Bu tarihin ardından gerçekleştirilen diğer zirvelerde de olumsuz
atmosfer etkisini sürdürmüş ve küresel iklim değişikliği sorununa kalıcı bir çözüm
bulunamamıştır.
Bu çalışmada 2015 yılında Paris’te gerçekleştirilecek olan iklim değişikliği zirvesinin 2020 yılı
sonrası için bir mutabakatla sonuçlanıp, sonuçlanmayacağı tartışılmıştır. Geçmişten bugüne en
büyük sera gazı emisyonu sorumlusu iki ülke; ABD ve Çin’in iklim değişikliğine çözüm aramada
sorumluluk alacağını ve sera gazı emisyonlarını azaltacağını taahhüt etmesi, AB üye devletlerinin
2030 yılında sera gazı emisyonlarını 1990 yılına göre %40 azaltma, yenilenebilir enerji payını ve
enerji verimliliğini %27 düzeylerine çıkarma konusunda anlaşmaya varması, Varşova ve Lima
Taraflar Konferansları’nın en önemli çıktısı olan “ulusal katkı” (INDC) sistemini kurulması ve
ülkelerin ulusal katkılarını Paris İklim Değişikliği müzakereleri öncesinde sunmaları,
Hindistan’ın yenilenebilir enerji yatırımında ciddi politikalar üretmesi Paris’te gerçekleştirilecek
İklim Değişikliği Zirvesi öncesinde olumlu bir atmosfer oluşturmuştur. Dolayısıyla gelişmekte
olan ülkelerin de sorumluluk alma sürecine girdiği bu dönemde iklim değişikliği sorununa çözüm
yolunda beklentiler de artmaktadır. Ancak ülkelerin 2020 sonrası sera gazı emisyonlarını
azaltmaları yükümlülüğünün “bağlayıcılık”tan ziyade tekrar “katkı” niteliğinde olması
durumunda kalıcı bir çözümün öteleneceği beklenmektedir. Ayrıca yerküre ısısının 2°C ile
sınırlandırılması için aşılmaması gereken 2300Gt’luk CO2 emisyon kotasının yarısının dolması
International Symposium on Eurasia Energy Issiues
28-30 May 2015, İzmir, Turkey
ve mevcut politikaların sürdürülmesi halinde 2040 yılına kadar diğer yarısının da dolacağı
gerçeği bu konferansı daha da önemli kılmaktadır.
Çalışmada ayrıca Türkiye’nin genel olarak müzakerelerdeki tutumu değerlendirilmiş ve Paris
Zirvesi’nde nasıl bir strateji izleyeceği araştırılmıştır. Türkiye iklim değişikliği müzakerelerinde
hem gelişmekte olan ülke olduğu için hem de büyümesini sürdürmek için ucuz enerjiye ihtiyaç
duyması sebebiyle anlaşmaya taraf olmaya yanaşmamıştır. Ancak son dönemlerde müzakerelerin
EK-1 ülkeleri sınırlamasından çıkıp tüm tarafların sürece dahil edilmesi Türkiye’ye emisyon
azaltım esnekliği getirdiği sebebiyle önemli bir avantaj doğurmuştur. Ancak yine de Türkiye’nin
henüz nükleer santrallerden elektrik üretecek konumda olmaması, yenilenebilir enerjide çok
yüksek potansiyele sahip olmaması ve en önemlisi kömür tüketiminin AB ülkelerinden dahi daha
düşük olması yani kömürü doğalgazla ikame ederek zaten ciddi emisyon azaltması Türkiye’nin
Paris Zirvesi öncesinde sunacağı “ulusal katkı”sının çok yüksek bir emisyon azaltımı
olmayacağını göstermektedir.
Bu bilgiler ışığında bu çalışmada COP21 Taraflar Konferansı öncesinde meydana gelen
gelişmelerin müzakere sürecini pozitif bir şekilde etkileyeceğinden bahsedilmiş olup, Paris
Zirvesi’nin tüm sorunlara çözüm getirecek bir mutabakatla sonuçlanamasa da iklim değişikliği
sorununda gelecek için umut vaat eden bir temel oluşturacağı düşünülmektedir. Ancak Paris
Zirvesi’nde bir anlaşma çıkabileceği beklentisi yüksek olsa da uluslararası işbirliği, teknolojik
dönüşüm, karbon piyasalarının oynayacağı rol gibi birçok detay Paris’ten sonra gerçekleştirilecek
müzakerelerde netleşecektir.
International Symposium on Eurasia Energy Issiues
28-30 May 2015, İzmir, Turkey
Kaynakça
ETKB 2012, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, “Enerji Verimliliği Strateji Belgesi 2012-
2023”, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı,
http://www.enerji.gov.tr/File/?path=ROOT/1/Documents/Mevzuat/Enerji_Verimliligi_Strateji_B
elgesi_2012_2023.pdf
European Commission (2015), “Communication From The Commission To The European
Parliament, The Council, The European Economic And Social Committee And The Committee
Of The Regions A Policy Framework For Climate And Energy In The Period From 2020 To
2030, Brussels, 22.1.2014
Flannery T., Hueston G., Stock A. (2014), “Lagging Behind: AustraliA and The Global Response
to Climate Change”, Climate Change Council of Australia
Global Carbon Project (2014), “Global Carbon Budget”,
http://www.globalcarbonproject.org/carbonbudget/14/files/GCP_budget_2014_lowres_v1.02.pdf
IEA (2013), International Energy Agency,“International Energy Statistics”,
http://www.eia.gov/cfapps/ipdbproject/iedindex3.cfm?tid=90&pid=44&aid=8
IEA (2014), International Energy Agency, World Energy Outlook Executive Summary,
http://www.iea.org/textbase/npsum/weo2014sum.pdf
IPCC 4. Değerlendirme Raporu (2007), “Climate Change 2007: Synthesis Report”,
https://www.ipcc.ch/pdf/assessment-report/ar4/syr/ar4_syr.pdf
Kıvılcım İ. (2013), “2020’ye Doğrukyoto-Tipi İklim Değişikliği Müzakereleri: Avrupa
Birliği’nin Yeterliliği ve Türkiye’nin Konumu”, İktisadi Kalkınma Vakfı, Yayın No.268
Karakaya E. ,Özçağ M., (2004). ,“Sürdürülebilir Kalkınma ve İklim Değişikliği: Uygulanabilecek
İktisadi Araçların Analizi“ ,Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi, I. Maliye Konferansı, “Geçiş
Ekonomilerinde Mali Politikalar“ ,Yazılı ,16/04/2004 .ss.3.
Karakaya, E., ve Özçağ M. (2003), “Türkiye Açısından Kyoto Protokolü’nün Değerlendirilmesi
ve Ayrıştırma (Decomposition) Yöntemi İle CO2 Emisyon Belirleyicilerinin Analizi”, VII. ODTÜ
İktisat Konferansı
International Symposium on Eurasia Energy Issiues
28-30 May 2015, İzmir, Turkey
Mazlum S.C. (2013), “Paris Yolunda: İklim İçin Lima Çağrısı”, EkoIQ, http://ekoiq.com/paris-
yolunda-iklim-icin-lima-cagrisi/
Sabuncu T. (2015), “COP 20 Lima Sonrasi Notlar ve Paris'e iliskin Degerlendirmeler”,
http://www.tusiad.org/__rsc/shared/file/COP-20-Lima-Sonrasi-Notlar-ve-Parise-iliskin-
Degerlendirmeler---Tanyeli-SABUNCU.pdf
The Statistics Portal (2015), Energy and Environmental Services, “The largest producers of CO2
emissions worldwide in 2014, based on their share of global CO2 emissions”,
http://www.statista.com/statistics/271748/the-largest-emitters-of-co2-in-the-world/
The White House (2015), “U.S.-China Joint Announcement on Climate Change”,
https://www.whitehouse.gov/the-press-office/2014/11/11/us-china-joint-announcement-climate-
change
TUSİAD, 2014, “World Energy Outlook 2014 Türkiye Tanıtımı”, Yayın No: TÜSİAD-
T/2014/12/564, http://www.tusiad.org.tr/__rsc/shared/file/WorldEnergyOutlook2014.pdf
UNFCCC, 1987, United Nations Framework Convention on Climate Change, “Report of the
World Commission on Environment and Development: Our Common Future”, http://www.un-
documents.net/our-common-future.pdf
UNFCCC, 1992, United Nations Framework Convention on Climate Change, “Rio Declaration
on Environment and Development”,
http://www.jus.uio.no/lm/environmental.development.rio.declaration.1992/portrait.a4.pdf
UNFCCC (2014), United Nations Framework Convention on Climate Change, “Report of the
Conference of the Parties on its nineteenth session, held in Warsaw from 11 to 23 November
2013”, http://unfccc.int/resource/docs/2013/cop19/eng/10a03.pdf
UNFCCC (2015), United Nations Framework Convention on Climate Change, “INDCs as
communicated by Parties”,
http://www4.unfccc.int/submissions/indc/Submission%20Pages/submissions.aspx
World Bank (2015), World Development Indicators , “CO2 Emissions (metric tons per capita)”,
http://data.worldbank.org/indicator/EN.ATM.CO2E.PC