BookPDF Available

Feminist Sinema ve Film Teorisi – Ve Ayna Çatladı (Turkish translation of _And the Mirror Cracked_)

Authors:

Abstract

(Turkish translation of _And the Mirror Cracked_ from 1998) Anneke Smelik in yazdığı bu kitap, çağdaş feminist sinemanın siyaseti ve beğenilerini ele alan bir çalışmadır. Feminist yönetmenlerin son derece üretken yollarla yarattıkları alternatif film biçimlerini takip eden yazar, feminist filmlerin temelini oluşturan sinemasal sorunlar(yaratıcı yönetmenlik, bakış açısı, metafor, montaj ve imgesel aşırılık) üzerinde durmanın yanı sıra, teori ile sinema arasındaki kesintisiz bir ayna oyunu misali, bu sinemasal tekniklerin dişil öznelliği olumlu biçimde nasıl temsil edegeldiğini de ortaya koymaktadır.
A preview of the PDF is not available
... Bu yüzden bu film, Yılmaz'ın seksen sonrası çektiği kadın filmlerinden biri değil seksen öncesi yapılmış diğer filmler gibi bir erkek filmidir. Zaten "sinema, kadınlar ve dişilik ile erkekler ve erillik, kısacası cinsler arasında farklılıklar üzerine mitlerin üretildiği, yeniden üretildiği ve bunların temsil edildiği kültürel bir pratiktir (Smelik, 2008: 1) değil midir? Bu özelliğinde ötürü sinema feministler tarafında üzerinde durulması gereken bir konu olarak ele alınmıştır. ...
Conference Paper
Özet Türkiye sinemasının tarihsel gelişim süreci, toplumla ilişkileri açısından incelendiğinde, toplumsal, siyasal ve ekonomik alandaki değişimlerin sinemayı etkilediği görülmektedir. Sinema ile toplumsal yapı arasındaki bu paralellik bir rastlantı değildir. Sinema, içinde bulunduğu toplumun ve kültürün bir yansıması olup, bu yapı içindeki diğer öğelerle etkileşerek gelişmektedir. Toplumsal hayattaki değişimler, bazen doğrudan, bazen de dolaylı yollardan sinemayı etkilemiştir. Çalışmada önce Türkiye'deki kadın hareketinin tarihsel dönüşümü değerlendirilip, kadın hareketleri ve sinema ilişkisi anlaşılır kılınacaktır. Daha sonra 1980 öncesi Türkiye sinemasında kadın temsilleri, Adı Vasfiye (1985) filmi üzerinden incelenerek, 1980 öncesi Türkiye sinemasında kadın temsillerinde bir farklılaşmanın olup olmadığı değerlendirilecektir. Giriş Temsiller, içinde yer alınan kültürlerden devralınır ve içselleştirilerek benliğin bir parçası haline getirilir. İçselleştirilen bu temsiller benliği, söz konusu kültürel temsillerde içkin olan değerleri de benimseyecek şekilde yoğrulduğundan dolayı bir kültüre egemen olan temsiller, can alıcı politik önem taşımaktadırlar. Kültürel temsillerin üretiminde söz sahibi olmak, toplumsal iktidarın korunması açısından kritik önem taşıdığı gibi, toplumsal dönüşümleri amaçlayan ilerici hareketler için de vazgeçilmez bir kaynaktır. Sinema, günümüzde bu tür politik mücadelelerin yürütülmesi açısından önem taşıyan bir kültürel temsil oluşturmaktadır. Filmler, sosyal gerçekliğin şu ya da bu şekilde inşa edilmesine zemin hazırlayan psikolojik duruşları, dünyanın ne olduğu ve nasıl olması gerektiğine ilişkin ortak düşünceyi yönlendirerek toplumsal kurumları ayakta tutan geniş bir kültürel temsiller sisteminin parçasıdır (Ryan ve Kellner, 2010: 37-38). Seksenli yıllardan günümüze toplumsal cinsiyet politikaları, film kuramında önemli bir yere sahiptir. Dünyada feminist hareketin 1960'lı yıllarda kazandığı ivme, feminizm ve sinema ilişkisini geliştirmiştir (Ulusay, 1993: 6). Birçok kaynakta Türkiye'de feminist hareket ve sinema ilişkisi 1980'lerde başladığı iddia edilmektedir. Çalışmada önce Türkiye'deki kadın hareketinin tarihsel dönüşümü incelecek daha sonra da Atıf Yılmaz'ın 1985 yılında yönettiği Adı Vasfiye adlı filmi analiz edilecektir. Çalışmanın temel amacı Adı Vasfiye filmindeki kadın temsillerinin kendinden önceki dönemdeki temsillerin bir toplamı olduğu varsayımını sınamaktır.
... Bu yüzden bu film, Yılmaz'ın seksen sonrası çektiği kadın filmlerinden biri değil seksen öncesi yapılmış diğer filmler gibi bir erkek filmidir. Zaten "sinema, kadınlar ve dişilik ile erkekler ve erillik, kısacası cinsler arasında farklılıklar üzerine mitlerin üretildiği, yeniden üretildiği ve bunların temsil edildiği kültürel bir pratiktir (Smelik, 2008: 1) değil midir? Bu özelliğinde ötürü sinema feministler tarafında üzerinde durulması gereken bir konu olarak ele alınmıştır. ...
Conference Paper
zet Türkiye sinemasının tarihsel gelişim süreci, toplumla ilişkileri açısından incelendiğinde, toplumsal, siyasal ve ekonomik alandaki değişimlerin sinemayı etkilediği görülmektedir. Sinema ile toplumsal yapı arasındaki bu paralellik bir rastlantı değildir. Sinema, içinde bulunduğu toplumun ve kültürün bir yansıması olup, bu yapı içindeki diğer öğelerle etkileşerek gelişmektedir. Toplumsal hayattaki değişimler, bazen doğrudan, bazen de dolaylı yollardan sinemayı etkilemiştir. Çalışmada önce Türkiye'deki kadın hareketinin tarihsel dönüşümü değerlendirilip, kadın hareketleri ve sinema ilişkisi anlaşılır kılınacaktır. Daha sonra 1980 öncesi Türkiye sinemasında kadın temsilleri, Adı Vasfiye (1985) filmi üzerinden incelenerek, 1980 öncesi Türkiye sinemasında kadın temsillerinde bir farklılaşmanın olup olmadığı değerlendirilecektir. Giriş Temsiller, içinde yer alınan kültürlerden devralınır ve içselleştirilerek benliğin bir parçası haline getirilir. İçselleştirilen bu temsiller benliği, söz konusu kültürel temsillerde içkin olan değerleri de benimseyecek şekilde yoğrulduğundan dolayı bir kültüre egemen olan temsiller, can alıcı politik önem taşımaktadırlar. Kültürel temsillerin üretiminde söz sahibi olmak, toplumsal iktidarın korunması açısından kritik önem taşıdığı gibi, toplumsal dönüşümleri amaçlayan ilerici hareketler için de vazgeçilmez bir kaynaktır. Sinema, günümüzde bu tür politik mücadelelerin yürütülmesi açısından önem taşıyan bir kültürel temsil oluşturmaktadır. Filmler, sosyal gerçekliğin şu ya da bu şekilde inşa edilmesine zemin hazırlayan psikolojik duruşları, dünyanın ne olduğu ve nasıl olması gerektiğine ilişkin ortak düşünceyi yönlendirerek toplumsal kurumları ayakta tutan geniş bir kültürel temsiller sisteminin parçasıdır (Ryan ve Kellner, 2010: 37-38). Seksenli yıllardan günümüze toplumsal cinsiyet politikaları, film kuramında önemli bir yere sahiptir. Dünyada feminist hareketin 1960'lı yıllarda kazandığı ivme, feminizm ve sinema ilişkisini geliştirmiştir (Ulusay, 1993: 6). Birçok kaynakta Türkiye'de feminist hareket ve sinema ilişkisi 1980'lerde başladığı iddia edilmektedir. Çalışmada önce Türkiye'deki kadın hareketinin tarihsel dönüşümü incelecek daha sonra da Atıf Yılmaz'ın 1985 yılında yönettiği Adı Vasfiye adlı filmi analiz edilecektir. Çalışmanın temel amacı Adı Vasfiye filmindeki kadın temsillerinin kendinden önceki dönemdeki temsillerin bir toplamı olduğu varsayımını sınamaktır.
Article
Full-text available
Bu makale yönetmenliğini Ahu Öztürk’ün yaptığı Toz Bezi filmindeki ana karakterler Nesrin ve Hatun’un toplumsal cinsiyet, sınıf ve etnik kimlik üzerinden deneyimledikleri toplumsal eşitsizlikleri kesişimsellik perspektifinden inceler. İstanbul’da göçmen, eş, kadın, Kürt, ve ev işçisi gibi çeşitli ‘ötekilik’ hallerinin taşıyıcıları olan kadınların birbirleri, işverenleri ve eşleriyle karşılaşmaları, çatışmaları ve işbirlikleri analiz edilir. Farklı ötekilik hallerinin taşıyıcıları olarak ekonomi, aile ve devlet gibi sistemlere uyumlanmak için gündelik yaşam stratejileri geliştiren kadınlar, bir yandan kurdukları iş birlikleri ve dayanışma ağları sayesinde iktidarların yönetimsellik aygıtlarından kaçmanın da yollarını ararlar. Makale yönetmenin bakışı ve ana karakterlerle kurduğu ilişkiyi de kesişimselliğin bir parçası olarak ele alır. Yönetmenin karakterleri temsili ve hikayeyi anlatım biçimi de kadın karakterlerle kurduğu iş birliğinin bir nişanesidir. Yönetmen bakışının da kesişimsellik analizinin, karşılaşmalar ve iş birliklerinin bir unsuru olarak değerlendirilmesi sosyolojik film okumaları, toplumsal cinsiyet çalışmaları ve feminist film analizi literatürüne özgün bir katkı sunar.
Article
İnsan topluklarının sosyo-kültürel koşullardan da beslenen kimlik kavramının tanımı; tarihsel süreç içerisinde postmodern döneme gelinceye dek kapsamını genişleterek çeşitlendirmiştir. Bu çalışma özelinde de farklı düşünsel bağlantılara ve karmaşık bir karaktere sahip olan kimlik kavramı, psikoloji ve felsefe alanlarının ilişki kurduğu ve Türk sinemasında da karşılık bulduğu düşünülen; benlik, özdeşleşme, öteki, aidiyet, cinsiyet gibi temsil yapıları çerçevesinde incelenmiştir. Kimlik kavramına ilişkin literatür taraması yöntemiyle elde edilen bulgular neticesinde, farklı dönemlere ait filmlerdeki kimlik temsilleri, sosyolojik film eleştirisi yöntemiyle çözümlenmiştir. Sinema filmlerinin kültürle olan ilişkisini değerlendirmek, anlatı kodlarının nitelik bakımından neler içermekte olduğu ve nasıl bir zihniyetin ürünü olarak dışavurum aracına dönüştüğünü araştırmak bu çalışmanın temel amacıdır. Çalışmada sinema filmlerinin sadece kimlikleri ve içerdikleri anlamları temsil etmediği, aynı zamanda anlam kurucu bir pozisyonda kimi zaman toplum mühendisliği görevini de üstlenmekte olduğu varsayımından hareket edilmiştir. Bu bağlamda basmakalıplaşmış bir anlatı formuna dönüşerek uzun bir dönem boyunca tekrar edilmiş kimliksiz temsillerinin büyük bir zihniyet sorununun kültürel dışavurumu olduğu ve Türk sinemasını da kimliksiz kıldığı sonucuna ulaşılmıştır.
Article
“Radyoaktivite” (2019) adlı yaşam öyküsü filmi, Madam Curie olarak bildiğimiz ünlü bilim insanı, Nobel ödüllü Maria Curie’nin hayatına odaklanmaktadır. Maria'nın yaşamını hem toplumsal roller hem de kadın bir bilim insanının duruşu açısından yansıtmaktadır. Metinlerarası tür analizi olarak baktığımızda, kültür sunumu olarak kitlesel tarzı nedeniyle eleştirel metin incelemesi, feminist ve toplumsal yaklaşım ile gömülü teori ile aydınlatılmaya odaklanacaktır. Metinlerin doğrusal tek bir izlenim bırakmadığı günümüz toplumunda birden fazla bakış açısının yansıtılması bu anlamda gereklidir. Konunun yeniden-üretimi de sinema dilinde görüldüğünden gerçekçi anlatım yerini kurgulu anlatıma bırakmaktadır. Bu göstergebilimsel yaklaşım da sahne geçişlerinde kendini gösterebilmektedir. Kısmen durumlarda anlam arayışı, metinlerarası ifadenin önüne geçebilmekte, medya bir araç olarak izlerkitleye duygu aktarımını geçirebilmektedir. 1900’lü yılların başında bilimle uğraşmak için gerekli kaynak, zaman ve ortam zaten kısıtlıyken; bir de üstüne bir kadın olarak bu duruşun içinde tutunmaya çalışması, Maria Sklodowska’yı tek başına mücadele edeceği bir döneme yönlendirirken, film akışı içinde kronolojik olarak bu geçişleri görmekte ve toplumsal yansımalarını her alanda görür niteliktedir.
Article
Full-text available
Z Türk sinemasının yurt dışında ödül alan ilk filmi olan Susuz Yaz, çağdaş film araştırmacıları tarafından toplumsal gerçekçilik, mülkiyet, iktidar mücadelesi, toplumsal yapının doğa ve kültürle ilişkisi bağlamında farklı açılardan incelenmiştir. Bu çalışmanın amacı; Metin Erksan'ın Susuz Yaz (1963) filminin anlatı yapısının ve görsel düzenlemesindeki bakış hiyerarşisinin kadın karakterin nesneleştirilmesi bağlamında nasıl ele aldığını ortaya koymaktır. Çalışmada, Laura Mulvey'in "Görsel Haz ve Anlatı Sineması" isimli makalesinde ele aldığı ve eril bakışa hizmet ettiğini öne sürdüğü skopofilik ve voyeristik (gözetleme/röntgencilik) bakış kavramlarından hareketle filmin betimsel analizi yapılmıştır. Feminist teori, iktidar temelli hiyerarşik yapıların içine hapsolmuş ataerkil toplumdaki kadının konumunun sorgulanması açısından bu çalışmanın kavramsal çerçevesini oluşturmaktadır. İnceleme sonucunda anlatıdaki kadın karakterin pasif konumda bir meta, evde hizmetçi, tarlada işçi, toplumda çocuk üretme ve yetiştirme aracı olarak görüldüğü gözlemlenmiştir. Aile kurumuna dayalı toplumsal yapı içerisinde metaya indirgenen kadının filmin anlatı yapısında tek başına var olamayıp sadece erkeklerle ilişkilendirilerek temsil edilebildiği saptanmıştır. Kamera yardımıyla farklı bakış mekanizmaları kullanılarak filmin kadın karakteri arzu ve fetiş nesnesi, fethedilecek bir beden olarak temsil edilmekte, böylece kadın karakterin özne konumunda olan, eksiksiz bir bütün olarak temsil edilmesinden kaçınılmaktadır.
Article
Full-text available
Sinema filmlerindeki mesaj izleyicisi üzerindeki temsil gücünü aktive etmektedir. Bu gücün engelli kadınlarla ilgili toplumsal algıyı nasıl şekillendirdiğini anlayabilmek için sinema filmlerinin sosyal hizmet bakış açısıyla incelenmesi gereklidir. Engellilik ve toplumsal cinsiyet dezavantajlarına sahip olup kesişimsel ayrımcılığa uğrayan engelli kadınlar sinemada çoğunlukla negatif imajlar ile tasvir edilmektedir. Bu çalışmanın amacı Türkiye sinema filmlerinde yer alan engelli kadın karakterlerin sunumunu ahlaki, tıbbi, sosyal ve insan hakları engellilik modelleri çerçevesinde inceleyerek filmlerdeki imajlarını sosyal hizmet bakış açısı ile ortaya çıkarmaktır. Böylece sosyal hizmetin güçlendirici yaklaşımının sinema aracılığıyla engelli kadınları nasıl güçlendirilebileceğini tartışmaktır. Eleştirel söylem analizindeki Siegfried Jäger’in yaklaşımının yöntem olarak kullanıldığı araştırmada baş rolünde engelli kadın karakter sunumu olan 10 film analiz edilmiştir. Böylece hem söylemin yapısal analizine hem de dönemlere odaklanan bir analiz yapılmıştır. Filmlerin içerikleri sekiz tema öbeği altında toplanmıştır: Kurban edilme, kurbanlaştırma; cinsiyetsizleştirme veya kadın olduğunu vurgulama, erkeksilik, cinsel şiddet mağduru olma; muhtaç, çaresiz, savunmasız olma, desteğe ihtiyaç duyma; kısıtlama, aşırı koruyup kollanma; duyarsız kalma, dışlanma, aşağılama; saklı, sessiz, pasif; bağımlı olma; negatif imajlarla mücadele. Çalışmada Yeşilçam Sineması’nda tıbbi ve ahlaki model ağırlıklı bakış açısıyla engelli kadın temsilinin hasta, muhtaç, bağımlı ve cinsiyet rollerinden uzak tasvir edildiği tespit edilmiştir. 2000 Sonrası Türkiye Sineması’nda ise sosyal modelin hâkim olduğu, topluma adapte olmaya çalışan ancak iş, eğitim ve aile kurma noktasında toplumsal bariyerler ile karşılaşan bir temsil söz konusudur. İnsan hakları modeline ise çok az vurgu yapılmıştır.
Research
Full-text available
Z Türk sinemasının yurt dışında ödül alan ilk filmi olan Susuz Yaz, çağdaş film araştırmacıları tarafından toplumsal gerçekçilik, mülkiyet, iktidar mücadelesi, toplumsal yapının doğa ve kültürle ilişkisi bağlamında farklı açılardan incelenmiştir. Bu çalışmanın amacı; Metin Erksan'ın Susuz Yaz (1963) filminin anlatı yapısının ve görsel düzenlemesindeki bakış hiyerarşisinin kadın karakterin nesneleştirilmesi bağlamında nasıl ele aldığını ortaya koymaktır. Çalışmada, Laura Mulvey'in "Görsel Haz ve Anlatı Sineması" isimli makalesinde ele aldığı ve eril bakışa hizmet ettiğini öne sürdüğü skopofilik ve voyeristik (gözetleme/röntgencilik) bakış kavramlarından hareketle filmin betimsel analizi yapılmıştır. Feminist teori, iktidar temelli hiyerarşik yapıların içine hapsolmuş ataerkil toplumdaki kadının konumunun sorgulanması açısından bu çalışmanın kavramsal çerçevesini oluşturmaktadır. İnceleme sonucunda anlatıdaki kadın karakterin pasif konumda bir meta, evde hizmetçi, tarlada işçi, toplumda çocuk üretme ve yetiştirme aracı olarak görüldüğü gözlemlenmiştir. Aile kurumuna dayalı toplumsal yapı içerisinde metaya indirgenen kadının filmin anlatı yapısında tek başına var olamayıp sadece erkeklerle ilişkilendirilerek temsil edilebildiği saptanmıştır. Kamera yardımıyla farklı bakış mekanizmaları kullanılarak filmin kadın karakteri arzu ve fetiş nesnesi, fethedilecek bir beden olarak temsil edilmekte, böylece kadın karakterin özne konumunda olan, eksiksiz bir bütün olarak temsil edilmesinden kaçınılmaktadır.
Article
Full-text available
Türk sinemasının yurt dışında ödül alan ilk filmi olan Susuz Yaz, çağdaş film araştırmacıları tarafından toplumsal gerçekçilik, mülkiyet, iktidar mücadelesi, toplumsal yapının doğa ve kültürle ilişkisi bağlamında farklı açılardan incelenmiştir. Bu çalışmanın amacı; Metin Erksan’ın Susuz Yaz (1963) filminin anlatı yapısının ve görsel düzenlemesindeki bakış hiyerarşisinin kadın karakterin nesneleştirilmesi bağlamında nasıl ele aldığını ortaya koymaktır. Çalışmada, Laura Mulvey’in “Görsel Haz ve Anlatı Sineması” isimli makalesinde ele aldığı ve eril bakışa hizmet ettiğini öne sürdüğü skopofilik ve voyeristik (gözetleme/röntgencilik) bakış kavramlarından hareketle filmin betimsel analizi yapılmıştır. Feminist teori, iktidar temelli hiyerarşik yapıların içine hapsolmuş ataerkil toplumdaki kadının konumunun sorgulanması açısından bu çalışmanın kavramsal çerçevesini oluşturmaktadır. İnceleme sonucunda anlatıdaki kadın karakterin pasif konumda bir meta, evde hizmetçi, tarlada işçi, toplumda çocuk üretme ve yetiştirme aracı olarak görüldüğü gözlemlenmiştir. Aile kurumuna dayalı toplumsal yapı içerisinde metaya indirgenen kadının filmin anlatı yapısında tek başına var olamayıp sadece erkeklerle ilişkilendirilerek temsil edilebildiği saptanmıştır. Kamera yardımıyla farklı bakış mekanizmaları kullanılarak filmin kadın karakteri arzu ve fetiş nesnesi, fethedilecek bir beden olarak temsil edilmekte, böylece kadın karakterin özne konumunda olan, eksiksiz bir bütün olarak temsil edilmesinden kaçınılmaktadır.
ResearchGate has not been able to resolve any references for this publication.